Teknoloji kapitalizmnin pervazsız ve vampir benzeri dürtülerine alternatif düşünecek olursak, tarihte dikkate değer örnekler var. Geçmişe bakarken, her neslin sosyal ve kültürel yaşamına, herhangi bir liyakat ziyade varsayılan olarak hükmetme eğiliminde olan elitler üzerinde durmamalıyız. Bu zamana kadar, alternatif geleceğin nasıl inşa edileceğine dair açık ara en ilginç fikirler aşağıdan geldi. Geçmişimiz böyle mücadelelerle doludur ancak bunlar tarihin büyük adamları anlatılarından daha az belgelenme eğilimindedir. İnsanlar nesiller boyunca dünyanın nasıl çalıştığına dair var olan bilgeliği yeniden keşfediyorlar ve bu hareketlerden ve mücadelelerden öğrenilecek çok şey var.
İkonik bir örnek, Edward Bellamy’nin, Geçmişe Bakış’ının yayınlamasından sadece birkaç yıl önce, çalkantılı 19. yüzyıldan geliyor: 1871 Paris Komünü. Fransız Devrimi’nin insanların aklında hala büyük bir yer kapladığı ve sanayileşmenin, dijital teknolojinin bugün endüstriyel üretimi ve sosyal ilişkileri nasıl dönüştürdüğüne benzer şekilde, geleneksel iş yapma biçimlerine zarar verdiği bir dönemdi. Bertal Ollman’ın söylediği gibi, ” Bazıları bu gelişmelerden memnun kaldı, bir çoğu dehşete düştü ve herkes hayret etti.” Bu dönüşümler kıtanın siyasi dengesini bozdu. 1871’e gelindiğinde Paris halkı, orantısız bir şekilde Fransa’nın yoksul ve emekçi halkına yüklenen imparatorluk savaşlarının masraflarını üstlenmekten tamamen bıkmıştı. Yeni Cumhurbaşkanları Adolphe Thiers, eylemcilerin daha radikal ve demokratik bir cumhuriyet vizyonu ortaya koyarak ülkenin başkentinde siyasi ivme kazandıklarını görünce, şehir üzerinde merkezi bir kontrol uygulamanın önemini hissetti.
Paris, eski iktidar rejimi ve hoşnutsuz işçiler arasındaki çatışmanın merkez üssü haline geldi. Alman ordularının ellerinde özellikle dört ay süren şiddetli bir kuşatmadan sonra, yerel Ulusal Muhafızlar, huzursuzluk anını hissetti ve kendilerini alternatif bir hükümet biçiminde örgütlemeye başladı. Paris’in radikal sakinleri arasına karışan Ulusal Muhafızlar, Thiers’in halkı silahsızlandırma emirlerini reddettiler. Durum o kadar istikrarsız bir hale geldi ki, Thiers Paris’i terk edip Versay’da hükümet kurmaya karar verdi ve tüm seçkinler onu takip etmek için şehirden kaçtı. Kendilerini adlandırdıkları biçimiyle Komünarlar iktidarı ele geçirdiler.
Takip eden aylarda, Paris’i özerk olarak örgütlenmiş bir topluma, işbirliği ve işbirliğine dayalı sosyal ve politik hayatı yapılandırmanın alternatif yollarını deneyen bir komüne dönüştürdüler. Bu doğaçlama özyönetim biçimleri o kadar cesur ve dönüştürücüyü ki bir buçuk yüzyıl sonra hala tartışmalara yol açıyor. İktisadi sınıf ve yurttaş temsili üzerine kurulu bir topluma alternatifleri anlamak için paha biçilmez bir hammadde sunarak, bugün demokrasi ve eşitlik fikirleriyle daha derin bir ilişki için incelenmeye değer olanaklar yaratıyorlar.
Komünarlar tam olarak kimdi? Daha sonrasında yapılan anketler sadece küçük bir yüzdesinin profesyonel veya küçük işletme sahibi olduğunu ortaya çıkardı. Paris’in kontrolünde kalanların yüzde 84’ü kol işçisi ya da ücretliydi. Bu bağlamda, bundan sonradan olanlar, toplumsal statü olarak kendilerinden aşağıda gördükleri ayaktakımını hor gören Thiers ve elit arkadaşları için muhtemelen sürpriz oldu.
Komün hükümeti seçmenlerine şöyle seslendi: “Sizler kendi kaderinizin efendilerisiniz. Sizlerin desteğiyle güçlenen temsilcileriniz, yenik güçlerin neden olduğu felaketleri onaracaktır.” Manifestoları Paris’in duvarlarına asıldı:
Halkın hakları ve toplumun düzenli ve özgür gelişimiyle uyumlu tek yönetim biçimi olan Cumhuriyetin tanınması ve güçlendirilmesi… Bireysel özgürlüğün, vicdan özgürlüğünün ve çalışma özgürlüğünün mutlak garantisi… Bu, eski hükümet ve din dünyasının, militarizmin, tekellerin, proletaryanın köleliğine borçlu olduğu ayrıcalıkların, ülkenin sefaletinin ve felaketlerinin sonudur.
Bu söze sadık kalan Komün, dünyanın gördüğü en radikal katılımcı demokrasi fikirlerinden bazılarını ortaya çıkardı. Komün, zorunlu askerliği ve daimi orduyu kaldırdı; kilise ve devleti birbirinden ayrılmasına karar verdi ve kilisenin tüm mülkiyetini ulusal mülkiyete çevirdi; eğitimi ücretsiz yaptı; tüm yargı ve ilgili adalet çalışanlarının maaşlarını sabitledi, siyasi mahkumları serbest bıraktı, tüm kiraların ödenmesini altı aylığına askıya aldı, giyotini alenen yaktı, rehin dükkanlarını kapattı ve fırıncılar için gece çalışmasını kaldırdı. Bu sadece başlangıçtı.
İşçiler, demokratik olarak seçilmiş yöneticilerin ücretleri belirlediği ve iş gününün uzunluğuna sınırlamalar getirdiği, merkezi olmayan ve yerel olarak yönetilen şekillerde işyerlerini örgütlemeye başladılar. Eşitlik ve özerklik talep ettiler: “Çalışmaları için adil ücret, kamusal toplanma özgürlüğü ve kendi Belediye Meclislerini seçme hakkı.” Parisli kadınlar Komün’ün sunduğu değişim fırsatını kucakladılar. Komün tarafından önemli kamusal sorumluluklar verilen, Paris’teki fabrikalarda çalışan kadınlara eşit ücret verilmesini savunan bir kadın sendikası kurdular. Bu, Komün’ün en büyük ve en etkili organizasyonuydu. Kadınlar, Komün yönetiminde benzeri görülmemiş bir güç konumuna eriştiler. Evlilik yasaları serbestleştirildi, yönetim askerlerin hem meşru hem de gayri meşru çocuklarına maddi destek sundu ve hatta kadınlar kıyafetlerini bile devrimci ana uygun hale getirdiler. Paris’teki güzel sanatlar yönetimini demokratikleştiren ve yerleşik beğenilere meydan okuyan gelecek vaat eden genç sanatçılara fon sağlanmasını savunan bir Sanatçılar Federasyonu kuruldu. Federasyonun başkanı ressam Gustave Courbet, hakim olan duyguyu şöyle özetledi: “Paris gerçek bir cennet… Tüm toplumsal gruplar kendilerini federasyon olarak kurdular ve kendi kaderlerinin efendisi oldular.”
Komün’ün temel motivasyonu yoksulların yaşamını iyileştirme dürtüsüydü. Bu insanlar şehrin kontrolünü ele almadan önce yan yana yaşamışlardı. Asker olarak savaştılar; fabrikalarda beraber çalıştılar; Paris toplumunda yoksul olmanın, seçkinlerin kaprislerine boyun eğmenin günlük aşağılanmasını yaşadılar. Mücadele süreci boyunca, ortak bir düşman kavramına sahip olduklarını keşfettiler ama aynı zamanda da becerilerinin ve yaratıcılıklarının nasıl kullanılacağına dair ortak
Bu sonuç ne planlanmıştı ne de bekleniyordu. Paris Komünü hakkındaki yazılarında, Marx işçi sınıfının, işçi sınıfının nasıl “mucize beklemediğinden” Kendilerini içinde buldukları baskıcı toplumu yerle bir ederken akıllarında bir planları ya da hedefleri yoktu. Marx, “halkın kararnameyle hayata geçirecekleri hazır ütopyaları yoktu” diye yazmıştır. Ancak Komünarlar, “tarihsel bir anda ortaya çıkan herhangi bir koşulun tarihsel zamanda nasıl yok olabileceğinin” canlı bir örneğiydi. Sıradan insanların, teknokratik, dini ya da zengin seçkinlerin toplumsal işlere başkanlık etmesine gerek kalmadan kendi kaderlerinin kontrolünü ele geçirmelerinin mümkün olduğunu gösterdiler. Profesör Kristin Ross’un dediği gibi: “Komünarlar devletin kaldırılmasına karar vermemiş yada bunu ilan etmemişti. Bunun yerine, sahip oldukları kısa süre içinde bürokratik temellerini adım adım sökmeye başlamışlardı.” Ross’a göre sonuç o dönem için vizyonerdi ama (bence) bugünün standartlarına göre de vizyonerdi: “Bağımsızlık Bildirgesi ya da İnsan Hakları Bildirgesi’nden daha büyük bir özgürlük felsefesi üretti, çünkü somuttu.” Paris Komünü, şehirlerin ve toplulukların toplumsal sorunlardan çıkış yollarını “icat ederek” değil, insanları kolektif olarak kararlar almaları için güçlendirerek radikal yeni yollarla, nasıl yeniden inşa edilebileceğini gösterdi.
Endüstriyel kapitalizm sistemi tarafından haklarından mahrum bırakılanların elindeki güç, işten toplumsal hayata ve hatta sanatsal ifadeye kadar her şeyin farklı şekilde düzenlenebileceği yepyeni bir iş yapma biçiminin önünü açtı. Marx, mücadele sürecinin “çökmekte olan eski burjuva toplumunun kendisinin gebe olduğu yeni toplumun unsurlarını serbest bıraktığını” yazmıştır.
Komünarlar, kurtulmaya çalıştıkları eski yapıların enkazında, günlük yaşamdaki paylaşımın, dayanışmanın ve yeni bir toplum inşa etme girişimlerinin, o zamana kadar sadece hayallerinde tasarladıkları yeni bir varoluş biçiminin haritasını buldular.
Nihayetinde Komün ezildi. Thiers’in güçlendirilmiş bir orduyla Paris’i yeniden fethettiği “Kanlı Hafta”, yaklaşık 25.000 Parisli ve 877 askerin öldürülmesiyle sonuçlandı. Binlerce Komünar daha hapse atıldı veya Yeni Kaledonya’ya sürüldü. Carolyn Eichner’ın belirttiği gibi: “Versailles’ın Komün’ü şiddetle bastırması, Komün’ün mevcut toplumsal cinsiyet, sınıf ve din hiyerarşilerine yönelik tehdit algısının büyüklüğünü yansıtıyordu.” Bu tür trajedileri küçümsemek ve Komünarların yaptığı her şeyin doğru ya da asil olduğunu iddia etmek yanlış olur. Ancak Komünarların başarısızlıklarını Thiers’in feci baskısıyla bir tutmak da aptallık olur. Komün’ün tarihsel değerini yenilgisinin ışığında değerlendirmek de aynı derecede akılsızcadır.
Komün bize, başka örgütlenme biçimleri düşünmenin mümkün olduğunu, toplumu yönetmek için alternatif pratiklerin ve ilkelerin mevcut ilişkiler ve topluluklar dokusundan oldukça hızlı bir şekilde ortaya çıkabileceğini anlatmaktadır. Sıradan insanlar işbirliği yaparak işlerin nasıl yürüdüğüne dair daha önce sarsılmaz olan inançları pamuk ipliği kadar kırılgan hale getirebilirler. Çalışan insanlar aptal ya da akılsız değildir ve onlara toplumu nasıl yöneteceklerini söyleyecek “vizyoner” teknoloji uzmanlarına ihtiyaçları yoktur. Kendilerine ait fikirleri vardır ve bunlar genellikle oldukça iyi fikirlerdir.
Paris Komünü’nden ortaya çıkan fikirleri, örneğin risk kapitalisti ve Mosaic ve Netscape’in kurucu ortağı Marc Andreesson’un düşünceleriyle karşılaştırın. Andreesson uzun süredir Silicon Vadisi’nin bir dehası olarak idolleştiriliyor. Chris Anderson, “Geleceği Yaratan Adam” başlıklı mütevazı profilinde “Hiç kimse iletişim şeklimizi değiştirmek için Marc Andreessen’den daha fazlasını yapmadı” diye yazıyor. Andreesson, “teknoloji kilisesinin müjdecisi” olarak tanımlanıyor. Resmi anlamda bir ütopyacı değil ve kendisini de böyle tanımlamıyor, ancak teknolojideki ilerlemelerin mevcut haliyle faydalı olduğuna inanıyor ve bunun gelecekte neye benzeyebileceği konusunda kafa yoruyor.
Andreesson 2014 yılında bir düşünce deneyi kullanarak yarının dünyasına ilişkin vizyonunu kaleme aldı. “Tüm maddi ihtiyaçların robotlar ve malzeme sentezleyicileri tarafından ücretsiz olarak sağlandığı bir dünya hayal edin.” Andreesson, bu tür bir gerçekliğin dünyanın en büyük sorunlarından bazılarını çözebileceğini, insanların yaratıcı, kültürel ve bilimsel tutkularının peşinden koşarak zaman geçirdiği bir tüketici ütopyası olabileceğini iddia etti.
Ancak temelde vizyonu, ultra-kapitalizmin oldukça sıkıcı bir fikrinden yalnızca biraz daha fazlasıydı: “Marksizm ya da komünizmden bahsetmiyorum, en ileri derecede demokratik kapitalizmden bahsediyorum. Paranın, rekabetin, statü arayışının ya da güç isteğinin sonunu da öngörmüyorum, bunların her birinin tam bir başka bir uzamda kesişimi (extrapolation) söz konusu.” Andreesson, eşitsizlik ve işsizlik de dahil olmak üzere kolektif sorunlarımızın çoğunu, ekonomik faaliyetleri düzenleyen ve teşvik eden eski yöntemlere bağlı kalan bir toplumun işlevleri olarak görüyor. Ona göre, teknoloji kapitalizminin daha içten bir şekilde benimsenmesi toplumu güçlendirmeye hizmet edecektir. Teknolojik ütopyacıların ilk dalgası gibi, yaratıcı yıkımı seven insanlar da düşüncelerinde oldukça muhafazakârdır. Tad Friend, Andreesson’un kurduğu da dahil olmak üzere Silikon Vadisi’ndeki risk kapitalisti firmalar hakkında “Firmalar cesaretlerini sergiliyorlar, ancak genellikle yaban sıçanı gibi birbirlerini takip ederek en son yeniliğin peşinden gidiyorlar” diye yazıyor. Teknoloji hakkında ütopik düşünme eğilimi, Andreesson gibi birinin kapitalizmin sorunlarını çözmek için daha fazla kapitalizmi savunmasını mantıklı kılıyor.
Çeviri: Kesintisiz Faaliyet Çeviri Kollektifi
Kaynak: https://www.versobooks.com/en-gb/blogs/news/5027-alternative-futures-of-the-paris-commune?s=09
Not: Bu yazı, Lizzie O’Shea tarafından yazılan “Future Histories: What Ada Lovelace, Tom Paine, and the Paris Commune Can Teach Us About Digital Technology” kitabından bir kısımdır.
Kitabın orjinali: https://www.versobooks.com/en-gb/products/796-future-histories
Türkçe çevirisi: https://www.metiskitap.com/catalog/book/36923