Giriş
Kapitalizmin ve onun egemen neoliberal ideolojisinin süren hegemonyasına rağmen çeşitli direniş biçimleri, toplumsal mücadeleler ve özgürleşmiş bir geleceğe dair öneriler ortaya çıkmaya devam ediyor. Bu durum, ekonomik, siyasi, sosyal ve çevresel krizlerin yanı sıra sağlık krizinin üstesinden nasıl gelinebileceğine dair süregelen vizyon eksikliği koşullarında gerçekleşiyor.[1]
Toplumsal zenginliğimizi açlık, yoksulluk, hastalık ve iklim felaketleri gibi insanlığın karşı karşıya olduğu acil sorunların çözümünde nasıl kullanabileceğimize dair yenilikçi öneriler üretmeli ve dünyanın her köşesinde ortaya çıkan direniş ve mücadeleleri incelemeli, onları yakından tanımalıyız.[2] Aynı zamanda kendimizi halklar arasında gelişmekte olan işbirliği, dayanışma, sosyal ve kültürel zenginleştirme konularında da zorlayarak yaratıcı olmalıyız.
İtalyan komünist Antonio Gramsci (1891-1937), siyasi örgütlere aktif katılarak kendilerini halk bilincini geliştirmeye ve halk mücadelelerinin gelişmesi için alan yaratmaya adayan yeni düşünürlerin rolünün zaten farkındaydı. İşte bu bağlamda Gramsci’nin çalışmalarının ve mirasının bugünkü mücadelelerimizle olan ilişkisini yeniden ele almak istiyor, “Fikirler Savaşı”nı güçlendirmek ve -Fidel Castro ve José Martí’nin dediği gibi- çeşitli kültürel ve entelektüel kurumlardaki mücadelelerin, el ele giden ve birbirini besleyen sokaklardaki mücadeleler kadar önemli olduğunu kabul ediyoruz. Bu nedenle bu mirastan ilham alan ve Gramsci’nin fikirleriyle diyalog kuran çağdaş toplumsal deneyimleri ön plana çıkarmak gerçek hayata umudun tohumlarını ekebilmemiz açısından önemlidir. Umudu sadece geleceğe yönelme anlamında değil, aynı zamanda Paulo Freire’nin bize öğrettiği ‘umut verme’ (esperançar) anlamında da kullanıyoruz. Bu, kendini yükseltmek, takip etmek ve ileriye götürmek, yeni sosyal formlar inşa etmek için başkalarıyla birleşmek anlamına gelir. Mevcut toplumsal gerçeklik karşısında, insanlığın alternatif yolu bu ifadenin hayata geçirilmesinde yatmaktadır.
Latin Amerika’daki en geniş militan halk hareketi olan Brezilya Topraksız İşçi Hareketi -Brazil’s Landless Workers Movement- (MST) her gün bu umudu yaratmak için çalışıyor. MST 1980’lerin başında ortaya çıktı ve köylü mücadelesini hızla o dönemde Brezilya’yı yöneten askeri diktatörlüğün karşısında otoriterliğe meydan okuyan bir araca dönüştürdü. Eylemleri toprak mücadelesinin ötesine geçerek toprağa erişimi demokratikleştirmek ve sağlıklı gıda üretimi için toprak reformu arayışının yanı sıra sosyal adalet için mücadeleyi de içermektedir. Bugün kırsal kesimde yaklaşık 500.000 hane MST üyesidir. Bazıları kamplarda (acampamentos) – nadasa bırakılmış arazilere erişim talebiyle toprak işgalleri – yaşarken, diğerleri yerleşim yerlerinde (assentamentos) yani mücadele yoluyla toprak mülkiyeti kazanılmış yerlerde yaşamaktadır. Bu aileler yerel, bölgesel, eyalet düzeyinde ve ulusal düzeylerde katılımcı, demokratik ve kapsayıcı bir yapı içinde örgütlenmeye devam etmektedir.
Bunu göz önünde bulundurarak, Gramsci’nin ve mirasının bu halk hareketinin inşasındaki önemini daha iyi anlamak için Tricontinental’in 54 No’lu Dosyası Brezilya Topraksız İşçi Hareketi’nin (MST) Saflarında Gramsci, MST’nin ulusal koordinasyonu üyesi Neuri Rossetto ile yapılan bir röportajı içeriyor. Rossetto, öncelikle, kendisini Gramsci’nin fikirleri konusunda bir uzman olarak görmediğini; sadece MST’nin bir kadrosu, bir militanı olduğunu ve bu İtalyan düşünürün işçi sınıfı devrimci hareketlerine yaptığı muazzam ve paha biçilmez katkılardan bazılarını halk hareketlerine taşımayı amaçlayan bir Gramsci hayranı olduğunu vurguluyor.
Gramsci’nin mirası ve çağdaş katkıları üzerine düşünen Rossetto, önümüzde üç temel zorluk olduğuna inanıyor: insanlığın ikilemlerini (tarım reformu gibi) ele alma çabalarını engelleyen düşmanları tam olarak belirlemek, her ülke için siyasi bir proje inşa etmek üzere işçi sınıfıyla sürekli bir diyalog kurmak ve mücadelelerimizi ilerleten ana güçlerin siyasi ve örgütsel kapasitesini güçlendirmek.
Gramsci, Angelo Tasca, Palmiro Togliatti ve Umberto Terracini tarafından yönetilen L’Ordine Nuovo dergisinin 1919’daki sloganında belirtildiği gibi: “‘Kendinizi eğitin çünkü tüm zekanıza ihtiyacımız olacak. Kendinizi uyandırın çünkü tüm coşkunuza ihtiyacımız olacak. Kendinizi örgütleyin çünkü tüm gücünüze ihtiyacımız olacak…”[3]
MST’nin mücadelesinin şekillenmesinde Gramsci’nin mirası ne kadar önemliydi? Gramscici düşüncenin, toplumu dönüştürme amacı taşıyan toplumsal ve politik örgütler inşa etmede bugün halâ faydalı olduğuna inanıyor musunuz?
Brezilya’da tarım reformu mücadelesini yürüten kırsal kesim işçileri tarafından oluşturulan kitlesel bir toplumsal hareket olan MST’de bizim için Antonio Gramsci’nin katkısı paha biçilmezdir. Bu düşünce içinde bulunduğumuz durumu ve burjuva toplumunun karmaşıklığını anlamak için son derece gereklidir. Sosyalist bir perspektifle burjuvaziyi alt etmeye gelmeye bakıldığında, burjuva toplumunun işleyişinin ve yeniden üretiminin her zamankinden daha açık ve daha güncel bir şekilde anlaşılması gerekir. Buna ek olarak, madun sınıflar için siyasi eylem yolları, burjuva toplumunun çelişkilerinin anlaşılması temelinde ortaya çıkarılmalıdır.
MST, Brezilya’da tarım reformu için verilen mücadelenin başarısının sadece kırsal kesimdeki işçi ve köylülerin gücü ve siyasi eylemlerinden gelmeyeceği konusunda her zaman net olmuştur. Ekilebilir arazi mülkiyetinin ve erişiminin demokratikleştirilmesi, toplumun daha geniş kesimlerinin bu fikri savunmak üzere harekete geçirilmesini ve tarım reformunun – ve bir bütün olarak Brezilya tarımsal kalkınma modeli sorununun – kapitalist sınıfın değil, Brezilya halkının çoğunluğunun ihtiyaç ve çıkarlarını karşılayan bir politik-ekonomik projenin merkezine yerleştirilmesini gerektirmektedir. Bu anlamda Gramsci’nin katkıları bizi hegemonya ile gündelik mücadeleye ve işçi mücadelelerinin merkeziliği etrafında inşa edilecek bir toplumsal projeye duyulan acil ihtiyaç konusunda uyarmaktadır. Yaratmak istediğimiz yol budur.
Bu hedefleri aklımızda bulundurduğumuzda üçlü bir mücadele ile karşı karşıyayız:
1. Gramsci’nin faşizmin güçlerine dair yaptığı gibi, tarım reformunun ana düşmanlarını belirlemek ve tanımlamak,
2. Ülke için siyasi bir proje etrafında uzlaşma sağlamak amacıyla sivil toplumun işçi güçleriyle kalıcı bir diyalog kurmak ,
3. Toplumsal tabanımızın örgütlülük ve siyasal düzeyini yükseltmek.
Sonuç olarak, Gramsci’nin engin ve paha biçilmez politik-teorik katkılarının, halk hareketlerinin kendilerini bugün sınıf mücadelesinin kahramanları olarak şekillendirmeleri için nasıl hem gerekli hem de hayati olduğuna dair üç örnek verebiliriz:
- geniş anlamda devletin nasıl işlediğini ve onun sınıflara bölünmüş bir toplumun yarattığı çatışmaları kontrol altına alma gayretlerini anlamak,
- azınlığın çoğunluk üzerindeki tahakkümüne karşı yeni ve çeşitli mücadele hatları açmak için madun sınıflara potansiyel sunan sivil topluma bakmak
- Gramscici hegemonya kavramını referans alarak, siyasi bir güç olmak için kendimize sürekli meydan okumak.
Gramsci’ye göre sivil toplum, özel hegemonik aygıtlar olarak adlandırdığı okullar, Kilise, sendikalar ve medya gibi iktidarı meşrulaştıran kurumlardan oluşur. Pandeminin ortasında, Jair Bolsonaro hükümetiyle karşı karşıya kalan sivil toplumun gösterdiği performans nasıl değerlendiriliyor? Hareket bu kurumlarla cephe hattında nasıl etkileşim veya diyalog kurup sivil toplumu güçlendiriyor?
Ne yazık ki toplum, COVID-19 salgınının yol açtığı ve Başkan Jair Bolsonaro Hükümeti’nin soykırım politikasıyla hız kazanan insanlık trajedisi karşısında halâ hareketsiz kalmaktadır. Toplumun, pandemi nedeniyle her gün meydana gelen binlerce ölümü normalleştirdiği yönünde bir izlenim var, ancak nüfusun bu hareketsizliğinin pandemi döneminden önce olduğunu da belirtmek gerekir. Brezilya, dünyanın sosyal ve ekonomik açıdan en adaletsiz ülkelerinden biridir. Her yıl binlerce ve binlerce yoksul insan – özellikle de siyah nüfus- polis güçleri tarafından öldürülüyor. Devletin kamu politikaları, kent merkezlerinde sürekli genişleyen favela[4] yığılmalarında giderek daha da eksik hale gelmiştir.
Dolayısıyla, pandemi ve bu soykırımcı iktidar karşısındaki toplumsal hareketsizlik yapısal olarak yoksulları kurban haline getiren bağlamda görülmelidir. Ancak, kent merkezlerinde toplumsal hareketlenmeler gerçekleştikçe bu toplumsal durgunluğun üstesinden gelinmeye başlandığına dair büyümekte olan cesaret verici sinyaller vardır. Faaliyetlerimize gelince, MST, Brezilya’da COVID-19 pandemisinin başladığı 2020 yılının başlarında ‘hayat kurtarmayı’ ana hedefi olarak benimsemiştir. Kendimizi bu başlık etrafında dört mücadele hattı üzerinden örgütledik:
1. Pandemi sırasında alınacak önlemler: a) Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından önerilen kılavuz ilkeleri ve koruyucu bakım önlemlerini toplumsal tabanımıza uygulamak; b) aşının herkes için evrensel bir hak olmasını talep etmek; c) halkın pandemi süresince evde kalmasını sağlayacak koşullara sahip olması için Brezilya hükümetini acil ekonomik yardım sağlamaya çağırmak; d) Brezilya’nın Birleşik Sağlık Sistemi (SUS) aracılığıyla halk sağlığını savunmak ve değerlendirmek.
2.Dayanışma birlikleri, tarım reformu için mücadele eden kırsal yerleşimler tarafından bağışlanan yiyecekleri dağıttı ve toplumdaki diğer ilerici örgütlerle birlikte büyük kent merkezlerindeki evsiz halka günde en az bir öğün yemek dağıtmak için halk mutfakları düzenledi. Sadece Pernambuco eyaletinde 2020-2021 yılları arasında 720 tondan fazla gıda ve 600.000 öğün yemek dağıtılmıştır. Araziyi, kamu kaynaklarını ve tarımsal üretim ihracatı için teknik desteği tekelinde bulunduran tarım işletmelerinin yoksullara herhangi bir gıda bağışı yaptığına dair bir gösterge bulunmamaktadır. Bazı eyaletlerde, özellikle Kuzeydoğu Brezilya’da, şehirlerin kenar mahallelerindeki yoksul aileleri ziyaret etmek, yardım etmek, gıda dağıtmak ve bakım sağlamak için ekipler oluşturulmuştur.
3.Fora Bolsonaro (‘Defol, Bolsonaro’), Soykırımcı Bir Hükümet! kampanyası: Pandeminin başlangıcından bu yana sistematik olarak kendini bilime, DSÖ kılavuzlarına ve aşılara erişime karşı konumlandıran ve böylece ülkede COVID-19’un neden olduğu 650.000’den fazla ölümün başlıca sorumlusu haline gelen militarist bir hükümetimiz var. 2021 yılında Hayat Kurtarma Kampanyası, soykırımcı devlet başkanı Bolsonaro’nun görevden alınmasını ve meydana gelen binlerce ölümden cezai olarak sorumlu tutulmasını talep etti.
4. Ağaç dikme kampanyası pandemiden aylar önce başladı, ancak büyük kitleleri bir araya getiren eylemler gerçekleştirmemizi engelleyen bu olağanüstü dönemde daha da büyük bir önem kazandı. Hedefimiz 2020 yılının başından itibaren 10 yıl boyunca ülke çapında 100 milyon ağaç dikmektir. Planın sadece ilk iki yılında iki milyon ağaç dikmeyi ve ülke çapında 100 adet Halk Fidanlıkları Ağı kurmayı başardık. Amaç, topluluklarımız içinde çevresel iyileşme ve muhafaza konusunda ilerleme kaydetmektir.
Akılcı olmayan kapitalist kalkınmanın yaşamı ve gezegeni tehdit ettiği herkesçe bilinmektedir, çünkü bu kalkınma kâr oranlarını azami düzeye çıkarma arayışıyla çevresel yıkımı teşvik eder. Dolayısıyla, bu dört mücadele hattı bize günlük olarak toplum ile diyalog kurma ve siyasi alışverişi teşvik etmenin yanı sıra özel hegemonya aygıtları tarafından kırsal kesim çalışanlarına ve onların mücadelelerine dair dikte edilen önyargılara karşı çıkma imkânı da vermektedir.
Pandemi sürecinde sağlık, ekonomi ve siyasal alandaki krizlerin alternatif bir hegemonya inşa etmek üzere halk protestoları ve seferberliği için imkânlar yarattığını gördük. Hareketin ülkedeki bu krizlere ilişkin analizi, olası sonuçları ve yarattığı alternatifler nelerdir?
Kapitalizmin pandemiden öncesine uzanan yapısal bir krizini yaşıyoruz. Yapısal krizler, kapitalist aşırı üretimden kaynaklanan döngüsel krizlerin ya da kapitalizmin çöküşüyle karakterize edilen nihai krizin aksine, yeni kapitalist birikim biçimlerinin ortaya çıktığı değişim dönemleridir. Bu dönemler siyasi, ekonomik, sosyal ve çevresel krizlere yol açan büyük ve köklü değişim dönemleridir. Bu krizler, gelir ve servetin yoğunlaşmasını hızlandırmakta, dolayısıyla tüm ülkelerde sosyal dışlanma ve yoksulluğu artırmaktadır. Buna ek olarak, doğal kaynakların akıl almaz ve çılgınca olan kapitalist sömürüsü, gezegendeki yaşamı tehdit eden çevresel yıkıma neden olmaktadır. Başka bir deyişle, kapitalizm giderek daha insanlık dışı, adaletsiz yüzünü göstermekte; eşitlikçi, dayanışmacı ve demokratik bir toplumu teşvik etmekten aciz olduğunu ortaya koymaktadır.
Çağların değişiminin habercisi olan küresel bir istikrarsızlık döneminde yaşıyoruz. Bu krizler, madun sınıfların burjuva toplumuna meydan okuması ve sosyalist bir toplum perspektifiyle kazanımlarını pekiştirmesi için tarihi olanaklar sunmaktadır.
MST, köylülerin, yerli halkın, göçmen ve kırsal kesim işçilerinin küresel hareketi olan Via Campesina ile birlikte, hararetli bir anti-kapitalist mücadele içinde zaten ileriye doğru yürüyor. Bunu da doğal kaynakların piyasa mantığının dışında tutulması ve toplumsal olarak kontrol edilmesi, gıdanın bir meta olmaktan çıkarılıp evrensel bir hak haline getirilmesi gerektiği konusunda ısrar ederek yapıyorlar. Tüm halkların gıda egemenliği bayrağını dalgalandırıyorlar. Tohumları insanlığın mirası olarak savunuyor ve böcek ilacı içermeyen gıda üretimi talep ediyorlar. Bu mücadeleler kapitalizme karşı ortaya çıkarken, aynı zamanda embriyonik bir biçimde yeni bir toplumu ya da yeni bir hegemonyayı içinde barındırmaktadır.
Bu küresel istikrarsızlık senaryosunda, ABD ve Çin arasında dünya hegemonyası için bir çekişme de söz konusudur. ABD tartışmasız bir askeri üstünlüğe sahip olsa da gerilemekte, Çin ise bir dünya gücü olarak yükselmektedir. Burada da yeni bir dünya düzeninin ortaya çıkması için tarihi gediklerin açılmakta olduğuna inanıyoruz. Uluslararası Halklar Meclisi (IPA) aracılığıyla, emperyalist ülkelerden arınmış, savaşların ve açlığın olmadığı, çevresel olarak sürdürülebilir, sosyal olarak âdil, eşitlikçi ve demokratik ekonomik kalkınmayı teşvik eden bir dünya için mücadele ediyoruz. Sosyalist bir insanlık için mücadele ediyoruz.
Sonuç olarak IPA, salgın sonrası acil durum önlemlerini tartışmak ve kapitalizm sonrası bir dünyaya işaret eden mücadeleleri belirlemek amacıyla 3. semineri olan İnsanlığın İkilemleri – Medeniyetler Arası Diyaloglar’ı düzenliyor. Yürütülen faaliyetler, 2023 yılında Afrika kıtasında düzenlenecek ve tüm kıtalardaki halkların temsil edileceği büyük ölçekli bir enternasyonalist etkinlikle sonuçlanacaktır.
Son olarak, COVID-19 salgını, ticari tıbbın bir salgınla başa çıkmadaki yetersizliğini gözler önüne sererek, neoliberal politikaların dünya çapında, özellikle de sağlık alanında başarısız olduğunu göstermiştir. Bu arada, yaşamı savunmaya yönelik politikalar benimseyen ve vatandaşlarına insan onuruna yakışır yaşam koşulları sağlamak için acil ekonomik önlemler alan hükümetler sadece salgınla mücadelede daha başarılı olmakla kalmadı, aynı zamanda COVID-19’un yarattığı ekonomik krizden daha hızlı ve daha güçlü bir şekilde çıktılar. Yüzbinlerce insanın hayatına mâl olan pandemi, bize sağlık, barınma, temel temizlik, eğitim, toplumsal cinsiyet hakları, doğanın korunması ve benzeri konularda insan onurunu destekleyen kamu politikalarını savunmak için mücadelemizi güçlendirme imkânı verdi.
Bir özet yapmak gerekirse, kapitalizmin yapısal krizi ve pandeminin yarattığı küresel kriz, hem acil durum taleplerini karşılayan mücadeleler hem de sosyalist ütopyayı gelecekteki bir toplum ideali olarak yeniden sahiplenen mücadeleler için tarihsel olanaklar yaratmıştır. Madun sınıfların bugün insanlık tarihinde açılan gediklerden ne kadar yararlanabileceklerini zaman gösterecek.
Gramsci, modern toplumda siyasi partilerin önemli bir görevi olduğunu vurguluyor: yeni bir ulusal-toplumsal kolektif iradenin geliştirilebilmesi için entelektüel ve ahlaki reform zemini yaratmak. MST Brezilya’da bu rolü üstlendi mi?
MST, Brezilya’da tarım reformu ve halihazırda yerleşim yerlerinde yaşayanların onurlu yaşam koşullarını güvence altına almak için mücadele eden, kırsal kesim işçileri ve köylülerden oluşan bir halk hareketidir. Mücadelemiz boyunca, bu mücadelenin tek başına kırsal kesimde yürütülemeyeceğine ve burjuva düzeniyle sınırlı kalamayacağına giderek daha fazla ikna olduk. Bu nedenle hareketimiz toplumsal ve siyasi ilişkiler ağını genişleterek hem kırda hem de kentte bu görev için müttefikler aradı. Böylece burjuva toplumuyla yüzleşmek için gerekli olan diğer birçok mücadelede müttefik haline geldi.
Neoliberal ekonomik küreselleşme ve kapitalist üretimin uluslararası işbölümü, Brezilya’nın ekonomik kalkınmasını hammadde ihracatı odaklı bir platforma tabi kılmıştır. Bu durum, ülkede sanayi burjuvazisinin çıkarlarını da gözetecek ve sanayiye hammadde üretmek ve iç pazarı güçlendirmek için köylülere toprak dağıtacak bir tarım reformunu bile yapılması olanaksız hale getirdi. Toprak reformu bile gerçekleşmedi. Toprağı tekelinde bulunduran burjuvazi ise yalnızca dış pazarın çıkarlarıyla ilgilenmektedir.
Bu nedenle MST, toprak mülkiyetinin demokratikleştirilmesi mücadelesinin yanı sıra Brezilya nüfusu için sağlıklı gıda üretimini merkeze alan bir tarım modelini savunuyor. Toplumsal tarım reformu programıyla sistematik hale getirdiği tarım reformu önerisini yeniden ele alma görevini üstleniyor. Tarım reformu mücadelesinin hem halkın talepleri hem de siyasi kapsamı açısından mevcut karmaşıklığı, tarım için yeni önerilerin geliştirilmesini, örgütsel becerilerin artırılmasını ve geniş bir ulusal ve uluslararası müttefik yelpazesinin oluşturulmasını gerektirmiştir.
Sınıf mücadelesinde daha büyük bir etkiye sahip olmak için siyasi güçlerimizi hem örgütsel hem de ideolojik anlamda geliştirme sorumluluğunun ve ihtiyacının farkındayız. Yine de tam anlamıyla bir siyasi parti rolü üstlenme iddiasında değiliz, çünkü bu siyasi aracın bizim kapsamımızın ötesinde olduğuna inanıyoruz. Bu, partiler üstü ya da partiler dışı bir duruşa sahip olduğumuz anlamına gelmiyor. İşçi sınıfı hareketlerinin, sendikaların ve siyasi partilerin birbirine eklemlenmesinin, burjuva düzenine alternatif ve aykırı başka bir toplumsallığın inşasında temel olduğuna inanıyoruz.
Gramsci bir fildişi kule entelektüeli değildi. Hapsedilmeden önce siyasi olarak çok etkindi ve entelektüel üretimi hayatında karşılaştığı fikri birlik ve ayrılıkların bir ürünüydü. MST gibi geniş bir toplumsal hareketin pratik ve teori arasındaki bu içsel bağı geliştirebilmiş olması dikkate değerdir. Bize bu praksisin günümüzdeki öneminden biraz daha bahsetmenizi istiyorum.
Bu, diğer tüm diyalektik ilişkilerde olduğu gibi kalıcı ve dinamik bir meydan okumadır. MST’nin bir dostu olan Profesör José Paulo Netto, aynı madalyonun iki yüzü olan teori ve pratik arasındaki diyalektik ilişkiyi dikkatle açıklamıştır. Teori için bilgi edinmek bir amaçtır; pratik içinse siyasi eylemi geliştirmenin bir aracıdır. Teori için ölçüt hakikattir; siyasi eylem için ise güçlerin korelasyonudur. Teori için zaman belirsizdir ve siyasi eylem için zaman ânın içindedir.
Peki, bunları birbirinden ayrı ayrı düşünmek nasıl mümkün olabilir? Ya da birinin diğerine göre öncelikli olduğunu nasıl düşünebiliriz? Siyasi eylemimizi geliştirmek için teori ve bilgiye ihtiyacımız var. Ancak siyasi eylemden soyutlanmış bilgi tek başına ölü bir güç haline gelir. Diğer uçta, Lenin’in uyarısı yerindedir: ‘Devrimci teori olmadan, kelimenin gerçek anlamında devrimci hareket olmaz’. Burada Gramsci’nin yoldaşı ve İtalyan Komünist Partisi liderlerinden Palmiro Togliatti’nin uyarısı da geçerlidir: analizde hata yapan siyasi eylemde de hata yapar.
İşçi sınıfı ve halk mücadelelerinin büyük düşünürlerinin mirasına dayanarak, edindiğimiz bilgileri her zaman ve her yerde pratik eylemlerle pekiştirmeye çalışıyoruz. Eğitimci Paulo Freire’nin özgürleştirici bilgisini, yerleşim ve kamp alanlarımızdaki okullarda uygulamadığımız takdirde benimsememiz bir işe yaramazdı. Aynı şey agroekoloji bilgisi için de geçerlidir: bu bilgi ancak gıda yetiştiriciliğinde uygulamaya konulduğunda hayata geçer. Eğer onun zamanımıza ve gerçekliğimize uygun politik eylem mesajını anlama becerisine sahip olmasaydık Lenin’in olağanüstü eseri Ne Yapmalı’yı ezberlemenin pek bir faydası olmazdı.
Dolayısıyla, tüm faaliyet alanlarımızda, ikisinin dinamik karakterini göz önünde bulundurarak teori ve pratik arasında kalıcı şekilde tamamlayıcı bir ilişki kurmaya çalışıyoruz. Bu ikilik-birlik, örgüt açısından sürekli bir uyanıklık ve azim gerektirmektedir.
Son olarak, madun sınıflar için eğitici bir unsur olarak siyasi eylemin ve halk hareketlerinin önemini ve gücünü küçümsemiyoruz. Halk kitleleri halk hareketleri içinde öğrenir ve kendilerini eğitir. Örgütün politik gücü kitle hareketinde yatar; kitlelerin politik-ideolojik düzeyinin yükseldiği yer burasıdır.
Bize hareketinizin pratikleri aracılığıyla bilinç yükseltmesinin biçimlendirici süreçleri hakkında daha fazla bilgi verebilir misiniz? Gramsci’nin organik entelektüel fikri militanlar tarafından nasıl anlaşılıyor ve uygulanıyor?
Bu sorunun cevabını, ilk olarak, bir önceki sorunun cevabında ifade ettim: Gramsci bir fildişi kule entelektüeli değildi. Ama ben organik entelektüelin ilk örneğinin Karl Marx olduğuna inanıyorum. Alman filozof, karmaşık ve zekice çalışmalarıyla, araştırmalarında açıkladığı yöntemi işçi sınıfına nasıl uyarlayacağı konusuyla sürekli ilgileniyordu. Çalışmalarını sunma biçimine en az üç temel kaygı yön vermiştir: 1) işçiler tarafından daha iyi anlaşılmak; 2) bilimsel bilgiyi sınıf mücadelesi için bir araca yalnızca işçi sınıfının dönüştürebileceğinden emin olmak ve 3) teori ile siyasi pratik arasında bir sentezi teşvik etmek.
Lenin’e gelince, Gramsci’nin onu Marx ve Engels ile birlikte praksis felsefesinin kurucularından biri olarak gördüğünü hatırlamak yeterlidir. Ancak, bir parti lideri olarak tarihsel yörüngesinin yanı sıra, 1917 Devrimi’nin onun önderliğinde zafere ulaşması, Lenin’e bir praksis filozofu olmanın tartışılmaz erdemini kazandırmıştır.
Marksist düşünür Michael Löwy, işçi sınıfının ihtiyaç duyduğu entelektüellerin, eleştirel ve devrimci düşünce mirasını aktarma sorumluluğunu üstlenenler olduğunu söyler. Bu entelektüeller aynı zamanda burjuva toplumunun dinamik yapılarını, kapitalizmin işleyişini ve kendini yenileme kapasitesini analiz etme ve alternatifler önerme yeteneğine de sahip olmalıdır. Ayrıca halk hareketlerinden öğrenme becerisine de haiz olmalıdırlar.
Gramscici Guido Liguori’ye göre, Gramsci’nin çalışmalarında hiçbir zaman halkın ya da madun sınıf öznelerinin oldukları haliyle yüceltildiğini görmeyiz. Liguori’ye göre, madun sınıf özneleri oldukları haliyle hegemonik olmak istiyorlarsa, önce kendilerini dönüştürmeli ve sınıf bilinci edinmelidirler. Alt tabakalar nasıl bir sınıfa ya da sınıf ittifakına dönüştürülür? Liguori şöyle yanıtlıyor: Bir grup bilinçli lider kitleleri eğitmelidir, aksi takdirde kitleler sınırlı, yetersiz ve özünde madun bir düzey olan kendiliğinden sağduyu düzeyinde kalmaya devam edeceklerdir.
Bizler, MST olarak, insani ve toplumsal kurtuluş mücadeleleri ile eleştirel ve devrimci düşünceyi geliştirenlerin bize miras bıraktığı tüm bu bilgiden yararlanıyoruz. Bu mirastan yola çıkarak, organik entelektüel anlayışımızı ve onların sınıf mücadelesindeki rollerini sistematik hale getiriyoruz. Bize göre, işçi sınıfı kendi entelektüellerini örgün eğitim, siyasi eğitim ve halk ve sınıf mücadeleleri yoluyla şekillendirmelidir. Bu entelektüel, sınıfın siyasi bir proje ve hegemonyanın inşası etrafında eğitilmesine ve örgütlenmesine katkıda bulunma ve dahası – Liguori’den tekrar alıntı yapacak olursak – madunların eleştirel bir duyu ve sınıf bilinci edinmelerine ve sağduyunun üstesinden gelmelerine yardımcı olma görevine sahiptir. Son olarak, giderek daha karmaşık hale gelen sınıf mücadelesinin dinamizmi, zaman içinde işçi sınıfının ihtiyaç duyduğu organik entelektüellerin niteliklerini ve profilini yenileme ve uyarlama ihtiyacını da dayatacaktır.
Gramsci ‘Hapishane Defterleri’ni bir yenilgi anında yazdı. İşçi sınıfının neden sendikaların ve sol partilerin hegemonyasından faşist örgütler lehine kaçtığını anlamak istiyordu. Gramsci’nin bu savrulmaya ilişkin gözlemleri üzerine bahsedebilir misiniz?
Gramsci’nin hapishanede yazdığı dönemde, işçi sınıfının bir yenilgi dönemi yaşadığı doğrudur. Ancak Gramsci’nin analizinde, söz konusu tarihsel dönemde egemen toplumsal kesimler de madun sınıflar karşısında parçalanmış durumdaydı. Egemen kesimler arasında, bu kesimlerin toplum üzerindeki hegemonyasını tehdit edecek kadar derin ve karmaşık çelişkiler ve farklılıklar mevcuttu.
Dolayısıyla burjuva egemenliğinin siyasi olarak birleştirilmesine ihtiyaç vardı. Gramsci’nin bu ihtiyacın farkına varması, egemen hegemonyanın o andaki kırılganlığının keskin bir keşfiydi. Gramsci’nin kendi tarihsel anına ve faşizmin I. Dünya Savaşı’ndan (1914-1918) sonra zayıflamış olan egemen sınıf hakimiyetini ve hegemonyasını yeniden tesis etmede oynadığı role ilişkin perspektifinin karmaşıklığı ve zenginliği bu politik ilişkiden kaynaklanır. Olağanüstü bir düşünür olan Kübalı Marksist Fernando Heredia, tahakkümün anahtarının zorlama değil uzlaşma anı olduğunu her zaman hatırlatmıştır. Burjuvazi, tarihsel bir inşa olan faşizme başvurarak, İtalyan toplumu üzerinde kendi çıkarlarının merkeziliğini yeniden tesis etmeye çalışmıştır.
Bu tarihi anda, egemen sınıf kesimleri, büyük toprak sahiplerinin ve büyük sanayi sermayesinin desteğiyle, faşist egemenlik projesi için küçük burjuvazinin rızasını almaya çalıştı. Bu egemen kesimler, faşist projeleriyle gerici yıkıcılığı teşvik ettiler – bu da Gramscici pasif devrim kavramıyla, yani devrimci gibi görünen ama toplumun ve devletin yapısını değiştirmeyen bir süreçle çok iyi örtüşen bir şeydi. Parçalanmış ve zayıflamış bir burjuva düzeniyle karşı karşıya kalındığında, bir dönüşüm mesajı taşıyan ve halkın kaygılarına hitap eden bir gelecek olasılığını açan bir siyasi projeye yönelik rızanın inşasını anlamak zor değildir -her ne kadar bu proje gerici ve zorlayıcı bir nitelik taşısa bile. Böylece, küçük burjuvazi, devlet ve kapitalist birlikler tarafından yönlendirilerek, kendisini siyasi, faşist olayların ana karakteri olarak hissetti.
Gramsci, siyaset alanına ve bu alanda hegemonya mücadelesi üzerinden kurulan ilişkilere dair tüm teorisini bu düşünce hattından hareketle geliştirir. Ayrıca bu hegemonyanın ideolojik-kültürel unsurlar aracılığıyla kurulduğunu tespit eder ve faşizmin tahakküm sürecinde bu unsurları nasıl kullandığını anlatır.
Dolayısıyla Gramsci’ye göre, insani ve toplumsal kurtuluş mücadelesi, en dışlanan ve ezilen dezavantajlı öznelerin kolektif olarak örgütlenmesini ve egemen uzlaşıyla bir kopuşa zorlamayı gerektirir. Brezilyalı eğitimci Paulo Freire, madun sınıfların gerçekliği eleştirel bir şekilde açığa çıkarma yetisi kazanmaları gerektiğini söyleyerek bu göreve katkıda bulunmuştur. Ona göre madun sınıflar dünyayı ‘okuma’ biçimlerini yeniden yaratarak, kendi tarihlerinin kahramanları haline gelir; içinde bulundukları gerçeklikleri dönüştüren öznelere dönüşür. Son olarak, Gramsci’nin en güzel düşüncelerinden biri, hegemonyanın siyasi bir proje etrafında örgütlü bilinç ve değerleri ifade eden bir süreç olduğudur.
Gramsci’nin temel stratejik kavramlarından biri, onun hegemonya stratejisi olan ‘tarihsel blok’tur. Brezilya bağlamında böyle bir tarihsel blok inşa etme süreci üzerine konuşabilir misiniz?
Bu soru, son yanıtta vurguladığım gibi, Gramscici hegemonya kavramına bir ekleme yapmamı sağlıyor. Gramsci için hegemonyanın fethi asla soyut, sadece fikirler, bilinç ya da idealize edilmiş değerler alanıyla sınırlı değildi. Karl Marx ve Friedrich Engels tarafından çok iyi detaylandırılmış olan tarihsel materyalist yönteme demir atan Gramsci, hegemonyaya ulaşma sürecinin toplumun altyapısında, yani ekonomik yapısında, daha doğrusu üretim ilişkilerinde gerçekleştiğini vurgular.
O tarihsel anda faşizm için olan da buydu. Hegemonyayı tesis etti çünkü çeşitli ekonomik, kültürel, ideolojik ve siyasi süreçlere yanıt vermeye çalıştı. Küçük burjuvazi aracılığıyla, devlet ve kapitalist birlikler, tahakküm altındaki sınıfları yönlendirme becerisinin yanı sıra rızasını da elde etti. Bunun hiçbir zaman tam bir hegemonya olmadığını vurgulamak gerekir; işçi sınıfının bazı kesimlerinden önemli bir direniş vardı.
Hiçbir şey işçi sınıfı hegemonyasının fabrika zemininde başladığına dair Gramscici formülasyondan daha açıklayıcı olamaz. İşçi sınıfı burada etik-politik bir anın bilincine varır. Ekonomik ve korporatif mücadeleleri aracılığıyla kendi bilincini, bir sınıf bilincini geliştirir. Dolayısıyla hegemonya, verili bir siyasi gücün siyasi bir proje etrafında uzlaşma oluşturma kabiliyetidir. İşçi sınıfının hegemonya elde edebilmesi için tarihsel bir bloğa ihtiyaç olduğunu gösteren de bu siyasi projedir.
Brezilya’da işçi sınıfı içinde 1990’larda başlayan ve bugün de devam eden uzun bir fikir ayrılığı dönemi yaşıyoruz. Öte yandan kapitalizmin yapısal krizi, Brezilya burjuvazisinin seçim zaferlerini garantilemek ve ülke yönetimini elinde tutmak için halkın hayal gücünü besleyemediğini açıkça ortaya koydu. İşçi Partisi’nin (PT) art arda kazandığı dört zafer egemen hegemonyanın temellerini sarsmadı ama burjuvaziyi korkuttu; bu da burjuvazinin 2014’te meşru bir şekilde yeniden seçilen Dilma Rousseff’i Başkanlık’tan uzaklaştırmak için 2016’da bir darbe yapmasına yetti. Ardından, hegemonyasının kırılganlığının bir başka yansıması olarak, burjuvazi PT adayının bir başka zafer olasılığı karşısında meczup olduğu bilinen bir adayı desteklemekte tereddüt etmedi.
Burjuvaziden aldığı büyük desteğin karşılığı olarak, isimsiz kazanan (unnameable winner) Jair Bolsonaro, ultra-neoliberal bir siyasi-ekonomik planı uygulamaya ve başkanlık yetkisini kimilerine göre faşizmle flört eden, kimilerine göre ise Bonapartist özellikler taşıyan bir hükümet kurmak için kullanmaya çalıştı. Dolayısıyla, ilerici kesimler arasında, Bolsonaro’nun kendisi Ekim 2022 seçimlerinde yenilgiye uğrasa bile, Brezilya toplumunda yeşeren Bolsonarizmi yenmek için uzun bir yolculuğa çıkacağımız konusunda neredeyse ortak bir anlayış var.
Marksist sosyolog Florestan Fernandes, ‘Devrim Nedir?’ adlı kitabında, proletaryanın kendi örgütlenme araçlarından ve sınıf özerkliğinden yoksun olduğu savunma dönemlerinde, işçi sınıfının rolünün ne olduğunu sormuştur. Kendi sorusuna, işçi sınıfının yapısal reformlar için, mevcut düzen içinde bir devrim için mücadeleyi ilerletme zamanı olduğunu söyleyerek yanıt verdi. İşçi sınıfının mevcut düzen içinde devrimi ilerletmeye yönelik siyasi katılımının stratejik olarak önemli toplumsallaştırıcı sonuçlar doğurduğunu vurguladı.
MST, kentsel-endüstriyel toplumdaki egemen sınıfın hiçbir zaman gerçekleştirmediği yapısal reformlardan biri olan halk tarım reformu için verdiği mücadele aracılığıyla, siyasi olarak özgürleştirici, sosyalist bir projeyi desteklemek üzere toplumsal tabanının örgütlenme ve siyasallaşma düzeyini yükseltmeyi amaçlamaktadır. Bir başka cephede ise MST, Brezilya Halk Projesi’nin (Projeto Brasil Popular) inşasında başrolde yer almaktadır. Bu proje, işçi sınıfının ihtiyaç ve çıkarlarını karşılayan kapitalizm karşıtı, özgürlükçü mücadeleleri ve acil ekonomik kazanımları destekleyen tarihsel bir bloğu güçlendirmeyi amaçlamaktadır. Proje yedi paradigma etrafında örgütlenmiştir:
1)Herkes için iyi bir yaşam sağlamak;
2)Doğayı bir müşterek olarak savunmak;
3)Sosyal eşitliğin kalıcı inşasına katılmak;
4)Sosyal ve kültürel çeşitliliğe değer vermek ve saygı duymak;
5)Demokrasiyi ve halkın devlet yönetimine katılımını savunmak;
6)Egemenliği ve halkın gelişimini korumak;
7)Hümanist değerleri uygulamak.
Hem halk tarım reformu siyasi projesinin hem de Brezilya Halk Projesi’nin,
kapitalist sisteme karşı pozisyon alan, tüm özgürleştirici taleplerin entegrasyonuna izin veren etik-politik-kültürel bir yaklaşımı canlandıran ve özgürleştirici anti-emperyalist ve anti-kapitalist alternatiflerin kahramanları olarak madun öznelerin sosyal ve siyasi eklemlenmesini teşvik eden daha fazla toplumsal aktörü ve halkı dahil etmemize yardımcı olacağını umuyoruz.
Bu tarihi bloğun bu iki proje etrafında birleşmesinin, işçi sınıfı hegemonyasına ulaşma sürecinde ilerlememizi sağlayacağını umuyoruz.
Teşekkür:
Brezilya, Minas Gerais’teki Juiz de Fora Federal Üniversitesi’nden (UFJF) Profesör Cristina Bezerra’nın önemli katkıları ve dayanışması , bu röportaj bu biçimiyle gerçekleşmezdi.
Kaynak: https://thetricontinental.org/dossier-54-gramsci-mst-rossetto/
Çeviren: Kesintisiz Çeviri Kolektifi
[1] Entelektüellerimiz, Tricontinental’in 13 No’lu Dosyası Yeni Entelektüel’de savunduğumuz gibi, geleceğe, değişim olasılığına ve insanlığın özgürleşmesi umuduna dayalı bir yönelime tüm kalplerini ve ruhlarını koymalıdır. (bkz. https://thetricontinental.org/the-new-intellectual/)
[2] Bu tür öneriler, bir taslak biçiminde halinde, Araştırma Enstitüleri Ağı ile birlikte geliştirilen Tricontinental’in 48 No’lu Dosyası, Gezegeni Kurtarmak için Bir Plan’da bulunmaktadır.
[3] Tricontinental: Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’nün müdür yardımcısı Renata Porto Bugni, 2021 yılında Rossetto ile bir röportaj yaptı. Bu dosyanın daha önceki bir versiyonu Notebooks’ta yayımlanmıştır: Gramsci Lab tarafından desteklenen bir dergi olan The Journal for Studies on Power’da yayınlanmıştır. Bu dosya için, her ikisi de Araştırma Enstitüleri Ağı üyesi olan Gramsci Lab ve Centro per la Riforma dello Stato (CRS) ortaklığına minnettarız.
[4] Gecekondu.