Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’dan oluşan beş üyeli ortaklığın, ilk ve son kez yeni bir üye eklemesinden on iki yıl sonra altı yeni üyeyi bünyesine kattığı on beşinci BRICS Zirvesi geldi ve geçti. Tüm bunların ne anlama geldiğine dair yorumlar, çoğu zaman çarpıcı bir şekilde birbiriyle çelişerek, hızla yapıldı.
CNN bize “BRICS’in genişlemesi Çin için büyük bir zafer” derken, Foreign Policy bize “BRICS’in genişlemesi Çin için bir zafer değil” diyor. Bloomberg’e göre bu, “ABD liderliğinin başarısızlığı” anlamına gelirken; Deutsche Welle de ABD’nin bu konuda “rahat” olduğunu söylüyor. “BRICS gerçekten de çok kutuplu bir dünya inşa ediyor.” Gerçekten öyle mi? Çünkü BRICS aslında “anlamsız bir kısaltmadan biraz daha fazlası olduğunu” kanıtladı.
Söylemeye gerek bile yok, bunların hepsi doğru olamaz. Ancak bu kolektif tepkinin hızlı yüzeye çıkan çelişkileri bir şeye işaret ediyor; bu noktada keşfedilmemiş sulara doğru yüzüyoruz ve Batı’daki pek çok kişi bu konuda ne düşüneceğinden tam anlamıyla emin değil.
Dolara Meydan Okumak
Tepkiler küçümseme ve korku arasında bölündü. Küçümseyen yorumcular etkinliği bir “fiyasko” ve Çin için “daha büyük bir sohbet odası” yaratılması olarak değerlendirdi ve üç gün süren müzakerelerde söz konusu olanın “yaptıkları ve söyledikleri yarı-farklıdan anlamsıza kadar değişen” bir “prensler, otokratlar, demagoglar ve savaş suçluları yelpazesi” olduğunu belirtti.
Diğer taraftakilere göre ise tüm bunlar, Pekin’in “küresel üstünlük savaşının” ve Rusya ile birlikte G7’ye, hatta NATO’ya ve Dörtlü Güvenlik Diyaloğu (Ouadrilateral Security Dialogue) ve AUKUS gibi askeri bloklara rakip olmayı amaçlayan “ABD nüfuzuna meydan okuma” girişiminin bir parçası. Bu iki tutum Bloomberg’de yayınlanan bir köşe yazısında sarihçe bir araya getirildi ve etkinlik “Alt Süper Güçlerin Zirvesi” ve BRICS’in kendisi de “ABD ve AB’ye yönelik suçlamalarını yinelemek” amacıyla “Çin’in egemenliğindeki bir gemi” olarak nitelendirildi.
Gerçek ikisi de değil. İlk olarak, BRICS zirvesi yorumcuların çoğunun umduğu gibi bir hiç değildi; her ne kadar bazen resmedildiği gibi yeni bir küresel düzene açılan kapı olmasa da.
Arjantin, Mısır, Etiyopya, İran, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) olmak üzere altı yeni üye ülkenin katılımı ile grup, dünya GSYİH’sindeki payı bakımından G7’yi geride bırakarak, kime sorduğunuza bağlı olarak yüzde 29 ila 36 arasında bir oranı ve dünya nüfusunun yarısına yakınını temsil eder hale geldi. (G7, gezegendeki tüm insanların yaklaşık yüzde 10’unu barındırıyor). Bu büyük bir gelişme ve hiç değilse ABD ve Avrupa’nın etkisinin azaldığı bir dönemde dünyanın güç dengesinin nasıl değiştiğinin bir işareti.
Belki daha da önemlisi, yeni üyeleriyle BRICS artık dünya petrol ticaretinin tam ortasına sağlam bir şekilde demir atmış durumda. Artık dünyanın en büyük tekil petrol üreticilerinden dördü (Suudi Arabistan, Rusya, İran, BAE); bir blok olarak kendisi de dünyanın en büyük petrol ihracatçısı olan OPEC’in üç üyesi (Suudi Arabistan, İran, BAE) ve dünyanın en büyük petrol ithalatçılarından ikisi (Çin ve Hindistan) BRICS’in üyeleri arasında yer alıyor.
Sonuç olarak BRICS şu anda küresel petrol üretiminin yüzde 42’sinden, yani daha önce sahip olduğunun iki katından fazlasından ve dünya petrol tüketiminin yüzde 36’sından sorumlu. Bu, dünya petrol ticaretinin muazzam bir miktarıdır ve özellikle ABD-Suudi ilişkileri zor bir dönemden geçerken Washington’daki güçlü oyuncuların tüylerini diken diken edebilir.
Bu ilişki, petrol ihracatının dünya çapında ABD doları cinsinden fiyatlandırılmasıyla birleştiğinde, doların küresel rezerv para birimi statüsünün yanı sıra ABD’nin uluslararası finans sistemi üzerindeki hakimiyetinin de temellerinden birini oluşturmaktadır – dünyanın en güçlü ülkesi olarak konumunun temelinde her yerde bulunan ordusu yatmaktadır. ABD dolarının bu rolü aynı zamanda BRICS kurucu üyelerinin en uzun soluklu, temel şikayetlerinden biridir.
Petrodolar sistemi bu zirveden önce de birkaç önemli yara almıştı. Dünyanın üçüncü büyük petrol ithalatçısı Hindistan geçen yıl Çin yuanı da dahil olmak üzere dolar dışı para birimleriyle indirimli Rus petrolü satın almaya başlarken, Pekin ve Suudi hükümeti de aynı şekilde yuan cinsinden petrol ticaretini görüştü – BRICS’in genişlemesi bu yönde bir adım olabilir.
Solcu Brezilya Devlet Başkanı Lula da Silva’nın Euro’yu model alan ortak bir BRICS para birimi oluşturulması çağrısına Rusya dışında üye ülkelerin, soğuk bakması ABD’nin temkinli liderliğini rahatlatmış olabilir. Zirvedeki tartışmalar, üye ülkelerin birbirleriyle ticaret yaparken kendi yerel para birimlerinin kullanımını nasıl arttırabilecekleri üzerinde yoğunlaştı. Bu konuda fazla bir anlaşmaya varılmadığı bildirilse de, küresel petrol ticaretinin ne kadarının bu genişlemiş BRICS üyeleri tarafından kontrol edildiği ve bunlar arasında yürütüldüğü düşünüldüğünde ABD için kaygı vericidir.
Bu arada, 2014 yılında Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası’na alternatif olarak yoksul ülkelere kredi vermek üzere kurulan ve şu anda eski Brezilya Devlet Başkanı Dilma Rousseff tarafından yönetilen grubun Yeni Kalkınma Bankası, dolar cinsinden tutulan küresel borç miktarını azaltmaya çalışıyor. Rousseff bu planla ilgili olarak şöyle diyor: “Yerel para birimleri dolara alternatif değildir. Onlar bir sistemin alternatifleridir.”
Dolayısıyla Brezilya, Çin ve Rusya gibi ülkelerin uzun süredir hedefledikleri “dolardan arındırma” konusunda henüz fazla bir ilerleme kaydedilmemiş olsa da, ilerleyen zamanlarda doların üstünlüğüne daha doğrudan meydan okumak için gereken parçaların yerine koyulduğunu görebiliriz. Üyeler ayrıca, ABD egemenliğindeki finansal düzeni aşmanın bir başka potansiyel yolu olan Dünya Çapında Bankalararası Finansal Telekomünikasyon Topluluğu’na (SWIFT) alternatif ödeme sistemleri geliştirmeye devam etmeyi de tartıştılar.
Bunlar, on yıldan uzun bir süredir neredeyse hiç ilerleme kaydedilemeyen bir konuda atılan büyük adımlar. Neden şimdi? 2008 yılındaki çöküş ve Washington’un tetikçi yaptırım politikasına ilişkin kaygılar uzun süredir bu endişeleri körüklese de, Ukrayna’nın işgaline yanıt olarak ABD öncülüğünde Rus ekonomisini çökertmeye yönelik başarısız girişim buradaki gerçek katalizördür. Aralarında Hazine Bakanı Janet Yellen’in de bulunduğu uzmanlar ve müesses nizamın sesleri geçen yıl bu konuda uyarıda bulunmuş, diğer ülkelerin ABD’nin Rusya’ya yönelik benzeri görülmemiş yaptırımlarını Washington’un kötü yanına denk gelmeleri halinde başlarına gelebilecekler konusunda uyarıcı bir hikaye olarak görebileceklerini ve bunun sonucunda dolardan uzaklaşmanın hızlanacağını söylemişti.
Emtia Etrafında Birleşme
Elbette bu sadece ABD doları ile ilgili değil. Ne olursa olsun, önemli emtia ticaretinde bu tür bir ağırlığa sahip olmanın muazzam jeopolitik avantajları vardır ve petrol resmin sadece bir parçasıdır.
2019 yılında yapılan bir analize göre BRICS ülkeleri, dünyadaki alüminyum, bakır, demir cevheri ve çeliğin yarısı veya daha fazlasının yanı sıra buğday, şeker ve kahvenin yüzde 40’ından fazlasını ve mısırın yaklaşık üçte birini tedarik etmek de dahil olmak üzere, küresel emtia arz ve tüketiminin neredeyse yarısından zaten sorumlu olduğunu ortaya koymuştu. Şimdi bunlara Etiyopya’daki en büyük kahve ve altın üreticisini, Arjantin’deki en büyük buğday ve mısır ihracatçısını ve Mısır’daki büyük doğal gaz üreticisini de ekleyecekler.
Grup aynı zamanda fosil yakıtlardan geçiş için kritik bir bileşen olan lityum rezervlerinin en büyük on beş sahibinden dördüne sahip; Arjantin de dahil olmak üzere – ki Arjantin dünyanın en büyük ikinci rezervine sahip ve dört yıl içinde metalin iki numaralı üreticisi olması bekleniyor. (En fazla rezerve sahip ülke olan Bolivya da üyelik başvurusunda bulundu.)
Üyeler aynı anda hem birbirleriyle ticareti arttırmak hem de ABD liderliğindeki finansal sisteme geçici çözümler ararken, “ekonomik ittifaka” katılmanın Küba, Venezüella ve Suriye gibi yıllardır Batı’nın acımasız yaptırımlarına maruz kalan ve hepsi de üyelik başvurusunda bulunan ülkeler için neden cazip göründüğünü anlamak zor değil. BRICS’in dört orijinal üyesi, tıpkı tüm yeni üyeleri gibi, ABD’nin diğer üye Rusya’ya yönelik yaptırımlarını imzalamayı itinayla reddetti- hatta bu yaptırımları açıkça baltalayan önlemler aldı.
Bu aynı zamanda BRICS’in, çeşitli üye devletlerinin çağrıda bulunduğu ve bu zirvenin bildirgesinde de belirtildiği gibi, Küresel Güney’in, özellikle de “gelişmekte olan” ülkeler olarak adlandırdığımız ulusların sesi ve savunucusu olması için zemin hazırlamaya yardımcı olmaktadır. Bu, her zaman BRICS vizyonunun bir bileşeni olmuştur. 2010 yılında Güney Afrika’nın eklenmesi ekonomik açıdan pek bir anlam ifade etmese de Afrikalı bir sesin dahil edilmesiyle büyük bir siyasi anlam kazanmıştır. Şimdi de kıtanın en kalabalık ve en hızlı büyüyen ekonomilerinden biri ve Afrika Birliği’nin merkezi olan Etiyopya’nın katılımıyla benzer bir şey görebiliriz.
Kırktan fazla ülkenin ilgisini ifade ettiği ve yirmiden fazlasının da resmen başvuruda bulunduğu iddia edilen gruba yönelik merak patlaması, Küresel Güney’in tüm bunları sadece kendine hizmet eden söylemler olarak görmediğini gösteriyor. Bu aynı zamanda, uygulamada, genellikle kendine hizmet eden ve kaypak bir ABD liderliğindeki dünya düzeninden ve küçük bir grup zengin ve çoğunlukla Batılı ülkelerin orantısız bir etkiye sahip olduğu bir düzenden duyulan hoşnutsuzluğun seviyesine işaret ediyor- zirve bildirgesinde özellikle değiştirilmek istenen bir nokta olarak işaret edilen bir şey.
Çok Kutuplu Gezegen Korkusu
Öte yandan, ABD ve Avrupa kurumlarında en azından bazılarının bununla neden ilgilendiğini veya BRICS üyelerinin çok kutuplu bir dünya düzeni kurma konusundaki görkemli açıklamalarını duyup – özellikle Rusya ve Çin’in rolleri göz önüne alındığında – neden bir tehdit hayal ettiklerini anlamak da zor değil.
Financial Times’ta yayınlanan bir makale, BRICS’in “hegemonya heveslisi bir ülkenin hayranlar kulübü” haline geldiği uyarısında bulunarak, kısmen Etiyopya ve Mısır gibi “borç ya da yatırım bağlarıyla Çin’e bağlı” ülkelerin yeni katılımına işaret etti. Bir diğeri ise, Çin hükümetinin “alternatif bir dünya düzeni için planını” kaygı verici olarak ortaya koydu ki bu planın büyük bir kısmı BRICS’in BM’de reform yapma söylemiyle örtüşüyor.
Ancak bu gereksiz bir korku tellallığıdır. NATO ve AUKUS’a yapılan atıflara rağmen BRICS askeri bir ittifak ya da herhangi bir askeri blok veya ortaklık değildir. Buna ek olarak, üyeler arasında önemli bölünmeler vardır. Örneğin, kendi büyük güç emelleri olan ve Pekin ile uzun süredir anlaşmazlık yaşayan Hindistan’ın Çin’in sadece bir “tebaası” haline gelmesini hayal etmek zor. Üyeliğin genişletilmesi konusunda bile bölünmeler ortaya çıktı; Brezilya ve Hindistan geçtiğimiz hafta olduğu gibi çok sayıda ülkenin katılımına diğerlerinden daha az istekli.
Eğer yaşadığımız bu çalkantılı ve kaotik dönemin diğer tarafında gerçekten çok kutuplu bir dünya varsa – güçlü bir devletin kontrolsüz bir şekilde dünyaya hakim olması yerine, küresel gücün birbirini dengeleyen birkaç farklı devlet veya grup arasında bölüneceği ve bunların etrafında döneceği bir dünya – bu sıfır toplamlı bir oyun değildir. Böyle bir dünyanın vaadi, ülkelerin tek bir güçlü devletin yanında yer alıp onun insafına kalmak zorunda olmaları yerine seçeneğe sahip olmalarıdır -özellikle de bu devlet başkalarının iç işlerine karışma ya da onları kendi çıkarı için sömürme eğilimindeyse.
Yeni ve eski BRICS üyelerinin birçoğunun hem ortaklığın hem de ABD liderliğindeki çadırın içinde bir ayağı olduğu düşünüldüğünde işaretler burada olanın bu olduğunu gösteriyor. Lula ve Brezilya, Joe Biden yönetimiyle sıcak bir ilişki içinde. Hindistan, ABD liderliğindeki ve Çin karşıtı Dörtlü’nün dörtte birini oluşturuyor. Mısır, ABD’nin askeri yardım ve güvenlik desteğinin önemli bir alıcısı. Suudi Arabistan ve BAE, Yemen’e karşı yürüttükleri korkunç savaşa verdikleri sürekli desteğin de gösterdiği üzere, ABD’den skandal düzeyde bir dalkavukluk görmektedir.
Aslında bu tür bir dünyanın ve onu inşa etme çabalarının kayda değer potansiyel artıları da var. Çin ve Hindistan’ın zirvede, üç yıldır devam eden sınır anlaşmazlıklarına ilişkin gerilimin azaltılması konusunda ilerleme kaydettiği bildirildi. Hem İran’ın hem de Suudi Arabistan’ın zirveye katılması, Çin’in arabuluculuğunda, iki ülke arasındaki yakınlaşmanın güçlü bir şekilde devam ettiğini ve hatta derinleştiğini gösteriyor. İran’dan bahsetmişken, BRICS’e katılmak ve beraberinde getirdiği ikili ticaretin artması vaadi, tamamen haksız ABD yaptırımları altında acı çeken halkı için çok önemli bir can simidi.
Financial Times’ın uyardığı gibi, BRICS’in Birleşmiş Milletler’i daha demokratik ve gelişmekte olan dünyayı temsil eder hale getirme hedefinin bir yan ürünü de Çin’in elinin güçlenmesi olacaksa, bu nedenle gelişmelere karşı çıkmak iyi bir fikir değildir. Demokrasi ve çok taraflılık iyidir ve BM’de reform yapılmalıdır. Moskova’nın Ukrayna’yı işgalinin de açıkça ortaya koyduğu üzere, Rusya’nın Güvenlik Konseyi’ndeki daimi veto yetkisinin, BM’nin Rusya’dan güçlerini geri çekmesini talep etmesini ya da yasadışı ilhaklarını kınamasını imkânsız hale getirmesi karşısında pek çok kişi haklı olarak öfkesini dile getirmiştir. BM demokratik değildir ve birkaç zengin ülkenin çıkarlarına hizmet etmek için saçma bir şekilde düzenlenmiştir. Çin’e fayda sağlayabileceği için bu yönde bir değişikliğe karşı çıkmak, ABD’ye bazı jeopolitik getirileri olabileceği için fosil yakıtlardan dönüşüme karşı çıkmak kadar anlamsız olacaktır.
Bunun dezavantajları da olabilir. Örneğin hem Çin hem de ABD, Suudi Arabistan gibi bir devlete yaranmak için rekabet etmek zorunda kalırsa, bu devletin korkunç insan hakları sicili ve savaş çığırtkanlığı nedeniyle baskıya maruz kalma ihtimali azalır. Ancak mevcut dünya düzeninde durum zaten böyledir.
Belki de olası en büyük dezavantaj, çok fazla şeyin değişmeyeceğidir. Çok kutuplu bir dünya düzeni, Soğuk Savaş sonrası dünyada gördüğümüz tek taraflı devlet gücünün en kötü suiistimallerini engellemek için bir yol kat edebilir, ancak bu kendi başına küresel ekonominin temelde sömürücü doğasını veya büyük ve küçük devletler arasındaki adaletsiz güç ilişkilerini değiştirmeyecektir.
Zirve sonrası BRICS ülkelerinin otoriter ve antidemokratik doğasına dair yapılan ciddi uyarıları ciddiye almak biraz zor olsa da -Rusya ve Çin dışındaki tüm üye ülkeler Washington’un iyi ilişkiler kurmak için çırpındığı, çoğu zaman da olumsuzluklarını görmezden geldiği ülkelerdir- neredeyse hepsinin çeşitli krizlerden ve yükselen otoriter milliyetçilikten muzdarip olduğu ve kendi büyük güç iddialarına sahip oldukları bir gerçektir. Bu durum onları bugün küresel düzenin tepesinde yer alanlardan çok farklı kılmıyor. Ayrıca bu çok kutuplu bir dünyanın, yaygın eşitsizlik, şirket sömürüsü ve zenginlerin siyasi hakimiyeti de dahil olmak üzere mevcut dünya düzenimizin pek çok hastalığına tek başına çare olmayacağı anlamına geliyor. Bu sorunları, sadece devletler arasındaki değil, devletlerin kendi içlerindeki güç dengelerini de kökten değiştirecek küresel, iyi örgütlenmiş ve birleşik bir Sol çözebilir.
Paniğe Gerek Yok
Küresel gücün ademi merkezileştiğini ve gelişmekte olan ülkelerin lehine daha fazla değiştiğini görmek, gerçekten adil bir gezegen yaratma yolunda sadece yolun bir kısmını kat edecek olsa bile, cesaret verici olacaktır. BRICS’in ve kurmaya çalıştığı dünyanın, Küresel Güney’in Batı’daki büyük şirketler tarafından sömürülmesinin yerine Rusya ve Çin’deki büyük şirketler tarafından sömürülmesini koyması korkunç bir başarı olacaktır.
Ve eğer gerçekten çok kutuplu bir dünya gerçeğe dönüşürse, BRICS’in – gevşek ya da var olmayan yapısı, çeşitli üyelerinin bölünmeleri ve iç krizleri ve hepsini birbirine bağlayan ince ortak ipliği ile – bunu sağlayan araç olup olmayacağı konusunda jüri henüz kararını vermiş değil. Ancak çok kutuplu bir dünya ille de Çin’in egemen olduğu bir dünya anlamına gelmediği gibi, otomatik olarak korkulacak bir şey de değildir. Hatta gücün tek taraflı kullanımı üzerinde daha etkili bir kontrol sağlayarak, dünya nüfusunun büyük çoğunluğunun küresel meselelerdeki etkisini arttırarak ve büyük güçlerin daha iyi davranması için teşvikler sunarak daha iyi bir dünya bile olabilir.
Amerika Birleşik Devletleri de buna dahildir; nihayet yurtdışında bitmek bilmeyen maceracılığın maliyet ve yüklerinden ve seçkinlerinin dünyanın en büyük köpeği olarak kalmaya yönelik sabit fikirli takıntısından kurtulabilir. Bunun yerine kaynaklarını ve enerjisini sıradan Amerikalıların yıllardır yaşadığı sayısız iç krizi çözmeye yönlendirebilir. Şansa bakın ki, bu aynı zamanda ABD’nin kendi istikrarını, ekonomik ilerlemesini ve dünya liderliği statüsünü korumasının ve böylece zamanı geldiğinde çok kutuplu bir dünya düzeninde rakiplerine karşı bir denge unsuru olarak hareket edebilmesinin de en emin yolu olacaktır.
Ancak bu, şimdiye kadar dünyanın çoğunu mevcut uluslararası düzene karşı çeviren, yabancı milliyetçiliklerin alevlenmesine yardımcı olan ve kısmen ABD’nin kendi iç istikrarsızlığını körükleyen sonu gelmez askeri ve ekonomik hakimiyet çabalarıyla gelmeyecektir. Eğer ABD, politik ekonomisini, şu anda var olan ve ülkenin kolektif servetini birkaç güçlü ele hortumlayarak yaygın halk öfkesine yol açan ekonomiden uzaklaştıracak, tüm halkının ortak refahı için çalışan bir ekonomiye dönüştürecek bir sol örgütlenme görürse karşı ağırlık olarak hizmet edebilir. Bu tercih, Amerika’nın olduğu kadar düşman olarak gördüğü devletlerin de tercihidir.
Çeviri: Kesintisiz Faaliyet Çeviri Kolektifi
Kaynak: https://jacobin.com/2023/08/brics-summit-expansion-mulitpolar-foreign-relations-china-us-saudi-arabia