Gündeme Notlar – #1

GÜNDEME NOTLAR #1

10 Nisan 2025

1. 2025 Mart Eylemleri, öğrenci hareketinin tarihsel işlevini bir kez daha yerine getirdiği bir moment olarak kayda geçti. Siyasal krizin derinleştiği bir evrede, öğrenci gençliğin üniversitelerde biriktirdiği öfke ve örgütlülük, kendi sınırlarının çok ötesinde bir kitleyi hareke geçirdi. Beyazıt’ta yarılan barikat yalnızca sembolik değil, aynı zamanda politik bir eşik oluşturdu. Bu eşik, öğrenci hareketinin taşıdığı devrimci potansiyelin üniversitelerin duvarlarını aşarak büyük kent meydanlarına ve tarihsel mücadele odaklarına akmasını sağladı. Böylece Türkiye siyasetinin iktidarın saldırısı ve muhalefetin düzen sınırları içinde kalmaya dönük çabasına dayalı ikili seçeneğe sıkışık kurgusu boşa düşürüldü. Bu eylemlilik, düzenin hegemonik yapısında bir çatlak yarattığı gibi, devrimci siyasetin yeniden sahneye çıkabileceği bir alanı da fiilen açtı.

2. Saray Faşizmi’nin, CHP’nin seçimi kazanması muhtemel Cumhurbaşkanı Adayı Ekrem İmamoğlu’nu tutuklayarak seçim mekanizmasını fiilen askıya alma yönündeki hamleleri bir sivil darbe hüviyetine kavuştu ve CHP’nin kurumsal varlığını da tehdit eder noktaya kadar geldi ki CHP’ye kayyım senaryosu devreye sokuldu. Bu durum karşısında CHP’nin tarihsel olarak alışık olduğu refleksler—yani düzen içi pazarlıklar, statükocu uzlaşılar ve “normalleşme” arayışları—bu kez dahi devreye sokulabilirdi. Ancak Mart Eylemleri’nin tetiklediği toplumsal itiraz dalgası, CHP’yi bile—geçici de olsa—sokak siyasetiyle temas etmeye zorladı. (Özgür Özel’in sokağa yaslanma hamlesi aynı zamanda CHP içinde liderliğini kabul ettirmesini de sağladı.)  Bu zorlayıcılık, toplumsal muhalefetin potansiyelini gözler önüne serdiği gibi, rejim karşıtı geniş halk kesimlerinin, düzenin kalıplarını aşan devrimci bir hatla buluşma kapasitesini de göstermiştir. Burada ortaya çıkan şey, bir öfkenin patlamasından öte, devrimci siyasetin toplumsallaşma ve özgürlükçü bir siyasal merkez oluşturma ihtimalidir.

3. Mart Eylemleri’ne rengini veren temel dinamik, anayasal düzenin kurumsal çerçevesi içinde ifade bulan bir “yurttaşlık savunusu” olarak açığa çıkmıştır. Sandığın fiilen askıya alınması halk egemenliğinin gasp edilmesine yönelik bir sivil darbe girişimidir. Bu saldırı karşısında gelişen tepki, rejimin meşruiyetini sorgulayan yaygın ve tabandan gelen bir itirazın ürünü olarak sokağa taşmıştır. Ancak bu itirazın yalnızca düzen içi bir anayasal savunuyla sınırlandırılması, tarihsel bir fırsatın heba edilmesi anlamına gelir. Görev, bu potansiyeli geleceği fethedecek bir devrimci kalkışmanın zeminine dönüştürmektir. Yani yurttaşlık savunusundan yola çıkarak, halk egemenliğini yalnızca formel demokrasinin sınırları içinde değil, proletaryanın yıkıcı ve kurucu iradesine yaslanan bir halk iktidarı doğrultusunda yeniden kurmak gerekmektedir. Bu bağlamda devrimci siyaset, yerel seçimlerde Saray Faşizmi’ne karşı mevzi kazanmış büyük kentlerin sokaklarında; geçinemeyen, dışlanan, horlanan, anadilinde konuşamayan, kimliğinden ötürü aşağılanan, öldürülen, işsiz bırakılan, suça ve uyuşturucuya mahkûm edilen işçilerin, kadınların, gençlerin, emeklilerin, Türklerin, Kürtlerin, Alevilerin, Arapların, LGBTİ+’ların, göçmenlerin, mültecilerin gündelik yaşamını örgütleyen, saran, onların öfkesini ve potansiyellerini siyasal bir iradeye dönüştüren bir hatta oturmalıdır. Bu hattın ana motoru, proletaryanın hem yıkıcı (faşizme karşı direniş ve kopuş) hem de yaratıcı (yeni devrimci toplumsal ilişkileri inşa) kapasitesidir. Devrimci görev, bu kapasiteyi örgütlemek, seferber etmek ve siyasal öncülüğünü kurmaktır.

4. Tüm bu gelişmeler, yalnızca Türkiye’nin iç siyasal haritasında değil, aynı zamanda bölgesel ve küresel düzlemde de derin bir yeniden yapılanma süreci içinde gerçekleşmektedir. Başta Ortadoğu olmak üzere, dünya siyaseti tarihsel bir kırılma momentine girmiştir. Bu momentin karakteri, emperyalist bloklar arası rekabetin derinleşmesi, halklara karşı yürütülen savaş ve soykırımların normalleştirilmesi ve küresel düzeyde otoriter-faşist rejimlerin yeniden tahkim edilmesiyle tanımlanabilir. İsrail’in Gazze’de yürüttüğü soykırım, yalnızca Filistin halkına dönük bir saldırı değil, aynı zamanda emperyalist blokların Ortadoğu’yu yeniden dizayn etme stratejisinin merkezinde yer almaktadır. Bu süreçte Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın öldürülmesi ve Şii Direniş Ekseni’nin zayıflatılması, bölgedeki anti-emperyalist direniş odaklarının tasfiyesinde ileri bir aşamaya işaret etmektedir. Suriye’de cihatçı HTŞ güçlerinin iktidarı ele geçirmesi, emperyalizmin yıllardır desteklediği vekil güçler üzerinden savaş stratejisinin geldiği noktayı göstermektedir. Şimdi bu cihatçı güçlere liberal bir makyaj kazandırılarak meşrulaştırılmaları hedeflenmektedir. İran ile Lübnan arasındaki Şii direniş hattının zayıflaması, Şam yönetiminin cihatçı gruplara devri, Hamas’ın da bu süreçte tasfiyesi bölgenin direniş odaklarını zayıflatırken; Suriye’de Kürt hareketi ise, Türkiye’nin tüm askeri operasyonlarına karşın, yeni ve kapsayıcı bir anayasa üzerinden Suriye’nin geleceğinde söz sahibi olmaya çalışmaktadır.

5. Öte yandan, Ukrayna – Rusya Savaşı, ABD’de Trump’ın Başkan seçilmesinden sonra yeni bir dönemecin eşiğinde. Trump, Rusya’nın tamamen Çin’in kontrolüne girmesini engellemek için, (değerli minareller anlaşması vs. gibi yollarla) Ukrayna’yı sıkıştırıp, Rusya’yla yeni ilişkiler geliştirmenin yollarını arıyor. Trump’ın izolasyonist politikaları, faşist otoriter liderlere alan açıyor. Bu süreçte Avrupa Birliği hem mülteci akınını önlemek hem de Rusya’nın NATO’yla dalaşmasına karşı tampon bölge oluşturmak adına, Erdoğan iktidarıyla ilişkilerini yeniden düzenleme eğilimine girmiştir. Saray Faşizmi de bu küresel çalkantıyı kendi lehine çevirmek için yeni manevra alanları aramaktadır. S-400 gibi pürüzleri ortadan kaldırarak Batı’yla yeniden uyumlu görünmeye çalışarak uluslararası politikada pazarlık gücünü arttırmaya çalışmaktadır.

6. Bölgesel ve küresel altüst oluşların damga vurduğu bu tarihsel momentte, Kürt Sorunu’nun çözüm tartışmaları da yeni bir dönemece girmiştir. 1 Ekim’de Meclis’in açılışıyla birlikte başlayan süreç, Bahçeli’nin kamuoyuna yönelik açıklamaları, İmralı’dan gelen yanıtlar, ardından oluşturulan görüşme heyetleri, yurtiçi-yurtdışı temaslar ve çeşitli arka kanal diplomasi trafiğiyle birlikte yeni bir sayfanın açıldığını göstermektedir. Gelinen noktada Devlet, Çöktürme Planı’nı devre dışı bırakma noktasına; Kürt Hareketi ise inkâr ve imha siyasetinin bir sonucu olarak başladıkları silahlı mücadeleyi sonlandırma aşamasına gelmiştir.Artık Kürdü Kürt olarak tanımlamaktan kimse geri duramayacağı, kalıcı bir barışın herkese kazandıracağı açık olduğu ve egemen güçler inkardan çok kontrollü dışlamaya geçtiği için, bu dışlamayla baş etmenin yolunun geniş bir siyasal alanı devreye sokmayı gerektirdiği ortaya çıkmıştır. Bu koşullarda, “kontrollü dışlama” siyasetine karşı mücadele, Kürt halkının siyasal özne olarak tanınmasını ve geniş bir siyasal alanın önünü açmayı gerektirmektedir. Bu stratejik dönüşüm, yalnızca bir silah bırakma değil, aynı zamanda Kürt Sorunu’nun çözümünde demokratik, anayasal ve halkçı bir hattın güçlenmesi için tarihsel bir fırsattır.

7. Devletin sokağa çıkan gençlik ile devrimcilerin birliğinden duyduğu korku, gençlik hareketinin daha ilk saatlerinden itibaren devrimci kurumları hedef almasında kendini gösterdi. Üniversiteli gençlik hareketinin ateşleyicilerinden olan birçok genç devrimci, gözaltılar, tutuklamalar ve ev baskınları ile kitleden ayrıştırılmaya çalışıldı. Bunun sonucunda sokaklara çıkan geniş kitlelerin öfkelerini kanalize edecekleri politik hat zarar gördü. Ekonomik, politik ve toplumsal açılardan baskılanan halkın öfkesinin doğrudan dışavurumu, egemen ideolojinin onyıllardır beslediği ırkçı, cinsiyetçi ve şovenist sloganlarda kendini gösterdi. Ne Kürt halkının onyıllardır uğradığı zulmün ne de Kürt hareketinin mücadelesinin bilgisine sahip olan bu öfkeli kalabalık için “Kürt” sorunlarının tek kaynağı olarak gördükleri bir “Tek Adam”ın müttefiki imgesine dönüştü. Başka bir gündemde kolaylıkla “Suriyeli” de buna dönüşebilirdi. Neredeyse birer boş gösteren olan bu imgeler, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yükselişte olan yeni Sağ’ın ürkütücü semptomlarından biridir. Halkın yaşamakta olduğu zorlukların nedenini sermayenin otoriter rejimlerle girdiği ittifaklarda aramaktansa kendi mağduriyetinin kurbanı yapacağı ötekilere yönelmesi ve bu yönelimi şiddet eylemleriyle taçlandırması, halkın öfkesinin devrimci kanallara akabilmesi için sosyalist politik müdahalenin kritik önemini ortaya koymaktadır. Unutulmamalı ki, Nazizm’in yükselişi de günümüz Avrupası ve Türkiye dahil birçok ülkedeki göçmenlere yönelik yükselen ırkçılık da, devletlerin desteklemesinin ve sermayenin faydalanmasının yanında, bir yandan da halkın öfkesi ve ayaklanmasıyla beslenen olgulardır.

8. Devrimciler, bugüne kadar olduğu gibi, bu sürecin enternasyonalist bir demokratik devrimci perspektifle, halkların eşitliğine ve gönüllü birliğine dayanan onurlu bir barışla taçlandırılmasını savunacaktır. Bu, yalnızca Kürt halkının değil, aynı zamanda ezilen bütün halkların ve emekçilerin kurtuluş mücadelesinin asli bir parçasıdır. Bu bağlamda, devrimci hareketin büyük kentlerdeki siyasal mevcudiyeti, barış sürecinin toplumsallaşması bakımından kritik önemdedir. Barışı yalnızca devletler arasında değil, halklar arasında kurucu bir siyasal zemin olarak inşa etmek, devrimcilerin tarihsel sorumluluğudur.

9. Mevcut konjonktürde, Saray Faşizmi geleceğe dönük kurgusunu “Yeni Anayasa” tartışmaları üzerinden inşa etmeye çalışmaktadır. 31 Mart yerel seçimlerinde ağır bir siyasal gerileme yaşayan iktidar bloku, derinleşen ekonomik krizle beraber, stratejik planda geri düşmeye başlamış, önceliğini rejimin kurumsal tahkimine vererek bunu aşmaya çalışmaktadır. Bu tahkimatın temel zemini ise, uzun süredir dillendirilen ama bir türlü somutlaştırılamayan yeni anayasa sürecidir. İmamoğlu’nun tutuklanması üzerinden işletilen “rehin siyaseti”, yalnızca bir aktörün saf dışı bırakılmasından ibaret değildir. Bu hamlenin merkezinde, ana muhalefetin direncini kırarak yeni anayasa tartışmalarına destek vermeye zorlanması hedefi yatmaktadır. Yeni anayasanın, rejimin kurumsal olarak yeniden tahkimi için gerekli olduğu kadar, siyasal barutunu tüketen rejime bir kurucu anlatı üretme fırsatı vereceği düşünülmektedir. Bu bağlamda, rehin siyaseti yalnızca bir seçim mühendisliği değil, Saray Faşizmi’nin meşruiyetini yeniden üretme stratejisinin merkezidir. 19 Mart’ta yaşanan sivil darbe, iktidarın bu kartı oyuna yeni yeni sürdüğünü göstermektedir. Öte yandan bugün “seçme-seçilme” gibi en temel yurttaşlık haklarının dahi bir müzakere konusu haline getirilmiş olması, ana muhalefetin düzen içi kanallar içinde nasıl rehin alındığını da göstermektedir.

10. Bugün “seçme-seçilme hakkı” gibi en temel yurttaşlık ilkelerinin dahi bir müzakere ve pazarlık konusu haline getirilmiş olması, yalnızca hukuk devleti masalının çöküşünü değil, ana muhalefetin düzen içi kanallar üzerinden nasıl rehin alındığını da göstermektedir. Bu koşullarda devrimci siyaset, anayasa gündeminde, halkçı, eşitlikçi, özgürlükçü ve emek eksenli bir toplumsal anayasa fikrini gündeme taşımalıdır. Yeni anayasa süreci, sermaye düzeninin kendini restore etme aracı değil, halkın siyasal iktidarını kuracağı örgütlenmeleri güçlendiren bir kurucu toplumsal sözleşme olmalıdır. Kuşkusuz ki, böylesi bir anayasanın temel taşlarından biri de Kürt sorununun inkâr ve imha değil; eşit yurttaşlık ve kolektif kimliklerin tanınması temelinde çözümüdür. Kürt halkının anadiliyle eğitim hakkından, yerel yönetimlerin yetkilendirilmesine kadar uzanan hak talepleri, bu ülkenin ortak geleceğini kuracak bir anayasal zeminin olmazsa olmazlarıdır.