GÜNDEME NOTLAR #2
08.07.2025
1. Türkiye’de egemen sınıflar siyasetinin koordinatları açısından temel kırılmaların yaşandığı bir dönemdeyiz. Bu kırılmaların büyük bir bölümü küresel ve bölgesel jeopolitik -emperyalizmin güncel salınımları- ile ilgili iken bir bölümü de ülkedeki sınıflar mücadelesinin tarihsel ve güncel seyrine dair. Mevcut anda, Türkiye Devrimci Hareketi ise tarihsel meşruiyeti ölçüsünde politik bir güce tekabül etmiyor. Bu nedenle güncel kırılmalara işçi sınıfının tarihsel ve politik çıkarları açısından müdahale edemiyor. Asli güncel görev budur: Türkiye Devrimci Hareketi, tarihsel meşruiyetini güncel mücadele biçimleriyle yeniden buluşturmalı, kitlelerin gündelik mücadeleleriyle bağ kurabilen, iktidar perspektifini asla yitirmeyen, merkezileşmiş bir devrimci siyasal özne haline gelmelidir. Bu, sadece ideolojik bir tavır alış değil, sınıf mücadelesine devrimci müdahale yeteneğinin yeniden örgütlenmesi anlamına gelir.
2. Türkiye’de egemen sınıflar, küresel düzeydeki emperyalist yeniden yapılanma ve içerdeki hegemonya kaybı nedeniyle yapısal bir siyasal krize girmiştir. Bu kriz, yalnızca AKP’nin krizi değil, tüm burjuva siyasal sistemin tarihsel meşruiyetinin tükenmesidir. Saray rejimi, işte bu kriz karşısında egemen sınıfların çıkarlarını yeniden konsolide etmek, sınıf mücadelelerini sermaye lehine kontrol altına almak ve egemen blok içi fraksiyonel çelişkileri yönetmek üzere uygulamaya sokulmuş bir kriz rejimidir. Hegemonik onayın çöktüğü kriz koşullarında baskı aygıtları, özellikle 2016 sonrasında, giderek daha çok devreye girdi. Rejimin teyakkuzda olma halini topluma pompalayacak ve kendi güçlerini buna göre sevk ve idare edecek sürekli değişen hedeflere ihtiyacı doğdu. Saray Faşizminin rotatif karakteri tam da bu nedenle güçlendi. Bu döngüsel bastırma stratejisi, belirli bir toplumsal kesime değil; dönemsel ihtiyaçlara göre sürekli değişen hedefler üzerinden toplumu sürekli teyakkuz halinde tutan bir yönelim taşır. Aleviler, Kürtler, kadınlar, öğrenciler, işçiler, muhalif belediyeler, gazeteciler… Her biri dönemsel olarak hedefe konur. Bu döngüsel şiddet ve bastırma, yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda ideolojik ve örgütsel bir yalıtma mekanizması olarak çalışır. Muhalefetin her kesimi hem birbirinden hem de kendi içinde ayrıştırılır, ortak mücadele zeminleri ise pratik düzeyde tahrip edilir.
3. Böyle bir konjonktürde Kürt sorunu, PKK’nin silahlı mücadeleye son verme kararı ve önümüzdeki günlerde Meclis’te yeni bir çözüm komisyonunun kurulacak olmasıyla birlikte yeni bir rotaya girdi. Bu gelişme, yalnızca çatışmasızlık ortamının yeniden kurulması anlamına gelmiyor; aynı zamanda sürecin politik karakterinin ve tarihsel işlevinin yeniden tartışılmasını da zorunlu kılıyor. Daha güçlü adımların önünün açıldığı bir eşikteyiz. Her şeyden önce, halkların eşit ve özgür bir arada yaşamı, onurlu barış ve silahların susması için atılacak her çaba, değerlidir, tarihsel olarak sahipleniyoruz. Devrimci mücadelemiz, her koşulda barışın toplumsallaşması lehine tutum almayı bir sorumluluk olarak görür.
4. Sürece dahil olan aktörlerin farklı niyetleri, tarihsel bagajları veya stratejik hesapları olabilir. Bu, Türkiye Devrimci Hareketi’nin sürecin başarıya ulaşmasını desteklemeyeceği anlamına gelmez. Ancak bu sürecin doğru temelde tahlili, ancak doğru aktör analizleriyle ve bu aktörlerin içsel çelişkilerinin kavranmasıyla mümkündür. Bu süreç, aslında bir kesişim krizinin ürünüdür. Yani, farklı toplumsal ve siyasal aktörlerin krizlerinin aynı anda belirginleştiği ve karşılıklı zorunluluklar üzerinden bir çözüm penceresinin açıldığı bir dönemdeyiz. Bu bağlamda ilk olarak iki ana aktörü ele almak gerekir: Kürt Hareketi ve MHP’nin temsil ettiği kontrgerilla-devlet bloku.
5. Kürt Hareketi çok katmanlı ve çok ayaklı bir yapıya sahiptir. Parlamento ve yerel yönetim siyasetinden, kadın, ekoloji ve gençlik hareketlerine; silahlı mücadele kanadından demokratik kitle örgütlerine dek uzanan geniş bir yapıyı kapsar. Bu çoklu yapı, 1984 sonrasında kırda karargahını kuran silahlı mücadele ekseninde şekillenmiştir. Ancak Türkiye’nin kentleşme sürecinin derinleşmesi Kürt Hareketi üzerinde her düzeyde çözücü etkiler yaratmaktadır. Bugün artık 2025’lerdeyiz; kırın değil, kentin belirlediği bir siyasal-toplumsal düzlemdeyiz. Bu sadece parlamentarizmi ya da demokratik kitle örgütlerindeki mücadeleyi değil, silahlı mücadele formlarını da dönüştüren bir dinamik demek. Dünya genelinde de silahlı mücadele biçimleri, drone teknolojisi, yapay zeka destekli gözetleme sistemleri, biyolojik silahlar gibi yüksek teknolojili askeri aygıtların belirleyici olduğu bir evreye girmiştir. Her ne kadar silahlı örgütler de bu altyapıyı temin etmeye çalışsa da askeri teknoloji ve sermayeye erişim farkları nedeniyle devletlerle aralarındaki açı büyüktür. Bu durum, silahlı mücadele açısından da bir çıkışsızlık olmasa da bir krize işaret etmektedir. Tam da bu noktada Kürt Hareketi, bu yeni dönemin ruhuna uygun biçimde stratejik bir yönelim değişikliği ilan etmektedir. Daha önce de tek taraflı ateşkeslerle ilan ederek sahip çıktığı barış yönelimini güncellemektedir. 7 Haziran 2015’te açığa çıkan halkçı, kitlesel ve demokratik siyaseti merkeze alan çizgiye yeniden dönme iradesi, bu tercihin sadece taktik değil, yapısal bir dönüşüm ihtiyacına yanıt olduğunu göstermektedir. Hareket, kentli bir Türkiye’de, kentli bir Ortadoğu’da, çağdaş mücadele araçlarıyla demokratik, seküler, sol bir hareket olarak güçlenerek var olmak için yeni yollar aramaktadır.
6. MHP hiçbir zaman yalnızca seçim odaklı, klasik bir parti olmadı. Kendini devletin kurucu bileşeni, asli taşıyıcısı olarak gören bu yapı, Türkiye burjuva devletinin kuruluş sürecinde sermayenin Türkleştirilmesi, devrimcilerin tasfiyesi ve özellikle de Kürt halkına karşı yürütülen imha ve inkâr savaşlarında aktif rol oynayan paramiliter ve yarı-parlamenter unsurların siyasal alandaki örgütlü gücü olarak şekillendi. Devletin bütün gözeneklerinde etkili olan bu kontrgerilla aygıtı, JİTEM’den Özel Harp Dairesi’ne, Ülkü Ocakları’ndan faili meçhullere kadar uzanan bir şiddet zincirinin merkezindeydi. Bu bağlamda kritik soru şudur: MHP’yi ve/veya kontrgerillanın bir kanadını, Saray’ın kimi ayak diremelerine rağmen yeni sürece ikna eden ne oldu? Yanıt, Ortadoğu’daki güç dağılımında yaşanan dramatik değişimdir. İsrail tarihinin en saldırgan, en yayılmacı evresine girmiş; Gazze’de yürütülen soykırım, Hizbullah ve Hamas’ın belinin kırılması, Şii Direniş Ekseni’nin çözülmesi, Suriye’de HTŞ lideri Colani’nin kontrolü ele geçirmesi ve İran’ın askeri altyapısına yönelik ABD-İsrail bombardımanları Ortadoğu coğrafyasında ABD İsrail merkezli emperyalist tahakkümü genişletmiştir. Bu güç dağılımında Türkiye kendi güç kefesine Kürt Hareketi’nin gücünü eklemek istiyor. Kürt Hareketi’nin ayrı bir devlet kurma stratejisi yerine demokratik ulus paradigmasını koyması buna kapıyı açmıştı. O yüzden Bahçeli de Öcalan da tarihi Türk -Kürt İttifakı’ndan bahsediyor. Şimdi yeni süreçle birlikte Kürt Hareketi’nin askeri anlamda elde ettiği geri döndürülemez başarılar (Rojava gibi) tehdit değil İsrail’e karşı bir panzehir olarak tasarlanıyor. Kısacası kontrgerillanın bugün Türk-Kürt İttifakı diyen kanadı İsrail’e karşı Kürtlerle yeni bir sürece girmeyi tercih etmiştir. Başka bir kanadın ise aynı süreci İran’a karşı bir mevzi olarak örgütlemeye çalışması mümkündür. Karşılıklı zorunluluklar üzerinden açılan çözüm penceresinin kontrgerilla ayağında vaziyet budur. Sürecin geçici bir devlet refleksi mi olacağı yoksa halkların eşitliğine dayalı enternasyonalist bir toplumsal mutabakat önerisine mi sıçrayacağını ise mücadele ve zaman gösterecek.