Küresel İşçi Sınıfının Üçüncü Dünyalaştırılması -William I. Robinson


“Emek dayanışmasının sınırı yoktur.” Bu söz, Mike Alewitz’in 1992’de Los Angeles’ta göçmen işçilerin haklarını savunmak için yaptığı bir duvar resminde yer alıyordu. Aynı yeşil canavar — “kapitalizmin yeşil canavarı” — sanatçının 1985’te Hormel grevcileri için yaptığı başka bir duvar resminde de görünmüştü.

Çeviri: Kesintisiz Faaliyet Çeviri Kolektifi

Kapitalizmin Krizi Nasıl Faşizmi, Gözetimi ve Emeğin Tahribatını Büyütürken Küresel Direnişi Ateşliyor

İçinde bulunduğumuz küresel konjonktür karmaşık görünebilir; ancak bu “büyük tabloyu” anlamanın bir yolu, yerel bir başlangıç noktasından hareket ederek küresele ulaşmaktır. Bu bağlamda, 8 Temmuz 2025’te ABD Tarım Bakanı Brooke Rollins’in yaptığı, medyada pek yer bulmayan bir konuşmanın satır aralarını incelemek yerinde olacaktır. Rollins, tarım şirketlerinin emek arzı üzerindeki endişelerine cevaben, kitlesel sınır dışı etmelerin süreceğini ve “hiçbir koşulda af olmayacağını” belirtti. “Bu sorunun nihai çözümü otomasyondur” diyerek şunları ekledi: “Ayrıca mevcut hükümet yapısı içinde bazı reformlar yapılması gerekiyor. Ve ayrıca, Medicaid programımızda 34 milyon çalışabilir yetişkin olduğunu düşünürsek, Amerika’da bolca işgücü mevcut.”

 

Bu görünürdeki parçalı hamlelerin ardında aslında belirli bir bütünlük vardır. Kitlesel sınır dışı etmeler, ticaret savaşları, Kongre’nin onayladığı bütçe yasası, Brezilya iç siyasetine müdahaleler, Ortadoğu’ya yönelik yeni bir müdahale dalgası, Kongo’daki “barış anlaşmaları” gibi örneklerin tümü, küresel kapitalizmin krizine yönelik birleşik bir tepki olarak okunmalıdır. Tüm bu adımlar, özünde tek bir hedefe yöneliyor: Küresel kapitalizmin krizini aşmak için, dijitalleşme, kaynak talanı, savaş ve baskı eşliğinde ulusötesi sermayenin önünü açmak; emekçi ve halk sınıflarını ezerek, kapitalist devleti otoriter ve neo-faşist biçimlerde yeniden inşa etmek ve böylece küresel ölçekte yeni bir yağma süreci başlatmak. Aşırı birikim krizi, kronik durgunluk ve düşen kâr oranı yalnızca, yeni birikim alanlarının zor yoluyla açılması, krizin maliyetinin ücretlerin baskılanması ve kemer sıkma politikaları aracılığıyla emekçi ve halk sınıflarına yüklenmesi ve dünya genelinde devletlerin ve siyasal sistemlerin bu saldırı programına uyumlu hâle getirilmesiyle aşılabilir.

 

İşte bu noktada Rollins’in konuşması devreye giriyor. Ulusötesi göçmen işçiler, ulus-devlet sınırları ve emek piyasalarının vatandaş/göçmen ayrımı yoluyla bölünmesi nedeniyle aşırı sömürüye açık hâle gelir. ABD’de göçmenler işgücünün yaklaşık %20’sini oluşturmaktadır. Bu işçiler, ekonominin en alt katmanlarında — inşaat, tarım, doğal kaynaklar, bakım hizmetleri, ulaşım ve bedensel emek gerektiren işler gibi alanlarda — yoğunlaşmış durumdadır. Bu sektörler, ulusötesi kapitalist sınıfın artı-değer sömürüsünü azamiye çıkarma hedefi doğrultusunda, işçilerin en ağır biçimde sömürüldüğü ve denetim altında tutulduğu alanlardır.

Trump yönetimi altındaki kapitalist devletin hedefi, göçmen işçilerin maruz bırakıldığı çalışma koşullarını yerli işçilere de dayatmaktır. Yerli emek üzerindeki yıkımın bu ölçüde derinleştirilmesi ancak, kitlesel sınır dışı etmelerin çok yönlü bir saldırı programıyla eşgüdüm içinde yürütülmesiyle mümkündür.  Bu program sosyal hizmetlerde sert kesintilerden sendikaların dağıtılmasına, işçi sağlığı ve güvenliği düzenlemelerinin budanmasından yüz binlerce kamu emekçisinin işten çıkarılmasına, federal iş yasalarının zayıflatılmasından işsizlik ödeneğine erişimin sınırlandırılmasına kadar bir dizi öğeyi içerir.

Yerli işçiler, yoksunluk ve güvencesizlik yoluyla, sınır dışı edilen işçilerin boşalttığı işleri üstlenmeye zorlanmalıdır. Kısa süre önce kabul edilen bütçe yasası, en yoksul yüzde 40’lık kesimin gelirinde düşüşe, milyonlarca insan için ise sağlık ve gıda yardımlarının kaybına yol açacaktır. Yasa, Medicaid harcamalarını ciddi biçimde kısarken, kamu sağlık hizmetlerinden yararlanmayı da istihdam şartına bağlamaktadır. Rollins’in açıkça belirttiği üzere, milyonlarca emekçi tarım ve diğer düşük ücretli sektörlerde göçmen işçilerin yerine geçmeye razı olmadıkça sağlık hizmetlerinden yararlanamayacak; bu da onları aşırı sömürü koşullarında çalışmaya mecbur bırakacaktır.

Refah, işsizlik sigortası, sosyal güvenlik, gıda ve sağlık yardımı gibi sosyal harcamalar, ihtiyaç sahibi bireylerin emek piyasasından çekilmesine olanak tanıyarak onları sömürüye kapalı hâle getirir ve aynı zamanda piyasada kalan işçilerin pazarlık gücünü artırır. Bu nedenle bu tür harcamalar, sermayenin çıkarına değildir. Sermaye, Marx’ın “sanayi yedek ordusu” olarak adlandırdığı, güvencesiz ve işsiz geniş bir emek kitlesine ihtiyaç duyar; böylece ücretleri baskılayabilir ve hayatta kalmak için her türlü aşırı sömürüye razı olacak bir işçi nüfusu yaratabilir. 20. yüzyılda dünya genelinde yaşanan kitlesel mücadeleler, kapitalist devletleri Yeni Düzen Anlaşmaları (New Deal) ve diğer sosyal demokrat refah programlarını benimsemeye zorlamış; böylece toplumsal yeniden üretim ile sermaye birikimi arasında tarihsel bir bağ kurulmuştur.

Sermaye, 20. yüzyılın sonlarından itibaren küreselleşmeye yönelerek, sömürü ve birikim özgürlüğünü sınırlayan ulus-devlet engellerinden kurtulmayı hedeflemiştir. Yaklaşık yarım yüzyıllık küreselleşme döneminde egemen sınıflar, emekçi ve halk sınıflarına kemer sıkma politikalarını dayatmak, refah devletlerini tasfiye etmek ve onların yerine toplumsal denetim odaklı devlet yapıları kurmak için mücadele etmiştir. Örneğin yükseköğretimin içi boşaltılmış, kamusal eğitim ise büyük ölçüde tahrip edilmiştir; çünkü yapay zekâ sayesinde işlerin niteliği düşürüldükçe daha az işçiye ihtiyaç duyulmakta, kitle eğitimi artık gerekli ya da arzu edilir bulunmamaktadır. Dahası, yapay zekâ temelli araştırmalar artık özel şirketlerin kontrolüne geçmiştir. 20. yüzyılın sonundaki neoliberal karşı saldırıyla aşındırılmaya başlanan bu toplumsal yeniden üretim–birikim bağı, bugün her düzeyde acımasızca koparılmaktadır. Böylece küresel işgücünün en azından bir kısmı için geçerli olan sınırlı koruma mekanizmaları da ortadan kalkmakta ve bu kesimler “Üçüncü Dünyalaştırılma” sürecine tabi kılınmaktadır.

 

Küresel Savaş Ekonomisi: Askerileşme ve Baskı Yoluyla Birikim

Kâr oranlarındaki düşüşü tersine çevirmenin bir yolu, emeği ucuzlatmak ve çalışma koşullarını kötüleştirerek sömürü oranını artırmaktır. Bu, mutlak artı-değerin genişletilmesi olarak adlandırılır ve son yarım yüzyılda küreselleşme süreci boyunca üretim ve hizmetlerin düşük ücretli bölgelere kaydırılmasını olduğu kadar, işçi haklarına ve sosyal programlara yönelik bitmek bilmeyen saldırıları da açıklar. Diğer yol ise, Rollins’in de belirttiği gibi, emeğin yerine otomasyon yoluyla teknolojiyi koymaktır. Bu, göreli artı-değerin artırılması olarak adlandırılır; çünkü daha az emekten daha fazla değer elde edilmektedir.

Bu süreç birkaç on yıldır sürmekteydi; ancak şimdi yapay zekâ destekli dijital teknolojiler aracılığıyla muazzam bir hız kazanmış ve dünya genelinde artık emeğin hızlı bir şekilde genişlemesine yol açmıştır. Artık insanlık, yani yapısal olarak dışlanmış ve yaşamın kıyısına itilmiş olanların sayısı, toplumsal çözülme yayıldıkça artık milyarlarla ifade edilmektedir. Bütün ülkeler ve bölgeler çöküşle karşı karşıya kalmakta; iktidar boşluklarını ise birbirleriyle rekabet hâlindeki savaş ağaları, siyasal ve ekonomik mafyalar, paramiliter örgütlenmeler ve suç şebekeleri doldurmaktadır.

Çin artık genel amaçlı robotlar üretmektedir. Xiaomi’nin “ışıklar kapalı” fabrikası — ilki olmakla birlikte tek örnek olmayan bu tesis — günün yirmi dört saati çalışmakta, küresel pazar için her saniyede bir akıllı telefon üretmekte ve hiçbir insan istihdam etmemektedir. Otomasyon ve yapay zekâya dayalı yeni teknolojiler, savaş, ekonomik çöküş ve iklim değişikliği kaynaklı yerinden edilme süreçleriyle birleşerek, artık insanlığın saflarını kontrolsüz bir ivmeyle genişletmektedir.

Dijital endüstriler — e-ticaret, yapay zekâ yazılım ve hizmetleri, bulut servisleri, otonom araçlar, siber güvenlik, robotik, biyoteknoloji ve diğerleri — mutlak değil, göreli artı-değerin artırılmasından yana güçlü bir çıkara sahiptir. Bu sektörler küresel ekonominin merkezine doğru ilerledikçe, dijital teknolojileri geliştiren ve denetleyen az sayıdaki şirket; devletler, siyasal sistemler, ticaret ve ordu üzerinde benzeri görülmemiş bir güç biriktirmektedir.

Teknoloji sermayesinin özellikle gözetim ve küresel polis devleti alanlarında etkinlik kazanan kesimlerinden gelen milyarderler — örneğin Palantir ve Accenture — Trump yönetimi içinde derin bir biçimde mevzilenmiş durumdadır. Trump hükümeti, Palantir’i yapay zekâ destekli merkezi bir veri deposunun kurulması ve yönetilmesi için görevlendirmiştir ki bu da devletin daha kapsamlı bir şekilde özelleştirilmesi ve otomasyonuna doğru atılmış ilk adımdır.

Yeni yatırım alanları bulmakta zorlanan ulusötesi yatırımcılar, birikmiş fazla sermayelerini teknoloji ve platform şirketlerine milyarlarca dolarlık yatırımlarla yönlendirmiş; bu da piyasa değerlerinin şişmesine ve birden çok spekülatif balonun oluşmasına neden olmuştur. Küresel sanayi kapasitesi âtıl durumdadır. Pazarlar doymuştur. İşçi sınıfını zayıflatma stratejisi olarak otomasyon, aynı zamanda ciddi iç çelişkiler yaratmaktadır. Çünkü artı-değeri yaratan yalnızca işçilerin emeğidir. Artık emek kütlesi büyüdükçe, artık sermaye kütlesi de büyür. Eşi benzeri görülmemiş küresel eşitsizlikler, aşırı birikim krizini derinleştirmektedir. Kitlesel pazarlar daralmakta, tüketime dayalı büyüme ise durma noktasına gelmektedir. Küresel pazarlar, dünya ekonomisinin çıktısını ememez hâle gelmiştir. Devletler, çözülmekte olan toplumsal dokunun ortasında, giderek tırmanan meşruiyet krizlerini yönetmek zorundadır. 2008 ölçeğinde ya da onu aşan bir ekonomik çöküş artık neredeyse kaçınılmazdır.

Bu çöküş gerçekleştiğinde, devletleri ve siyasal sistemleri daha da istikrarsızlaştıracak kitlesel ayaklanmalar patlak verecek, bu da askeri çatışmaları alevlendirecektir. Egemen sınıflar, küresel polis devletini büyütmeye ve baskının otoriter ve neo-faşist biçimlerini pekiştirmeye daha da kararlı bir şekilde yönelecektir.

Palantir ve Accenture gibi Silikon Vadisi devleri, teknoloji ile geleneksel askerî şirketler ve yüksek finans arasındaki evliliğe dayanan yeni bir askeri-sanayi kompleksinin tam merkezinde yer almaktadır. Bu şirketler, savaş ve baskı faaliyetlerini yürütmek için yapay zekâ ve dijital teknolojileri kullanmaktadır: Filistin’de yapay zekâ destekli soykırım, Ukrayna’da insansız hava aracı savaşları, göçmen ve mültecilerin biyometrik gözetimi ve teknolojiyle tahkim edilmiş sınırlar bu sürecin parçalarıdır.

 

Kapitalizm Karşıtı Bir Anka Kuşu mu?

Faşist devlet, devrimci öznelerin gelişimini engellemek için sivil ve siyasal haklara saldırarak ve korku salarak kitlesel isyanları bastırmak zorundadır. Yerlicilik ve milliyetçiliği körüklemek, göçmenleri ve mültecileri kriminalize etmek, işçi sınıfının zihnini karıştırmak, bölmek ve örgütsüzleştirmek için kullanılan taktiklerden yalnızca biridir. Tüm küresel ekonomi, benim askerileştirilmiş birikim ve baskı yoluyla birikim olarak adlandırdığım bir düzen etrafında örgütlenmektedir. Küresel polis devleti çift yönlü bir işlev görmektedir: Yükselen sınıf mücadelesi koşullarında küresel işçi ve halk sınıflarını gözetlemek, denetlemek ve bastırmak için bir araçtır. Aynı zamanda, savaşlar, devlet destekli şiddet ve sınır denetimi ile sınır dışı etme rejimleri dâhil olmak üzere ulusötesi toplumsal kontrol ve baskı sistemleri, ulusötesi sermayeye devredilmekte ve son derece kârlı bir alan oluşturmaktadır. Bunlar, aşırı birikmiş sermaye için sürekli genişleyen yeni yatırım kanalları sağlamaktadır.

Dünya şu anda, savaş ve baskı ekonomisinin kalıcılaştığı bir bağlamda hızlı bir şekilde yeniden askerileşme sürecinden geçmektedir. 2024 yılında küresel askerî harcamalar 2,72 trilyon dolara ulaşarak, bir önceki yıla göre yaklaşık %10 artmış, Soğuk Savaş’ın sona erdiğinden beri en büyük sıçramayı gerçekleştirmiştir. 100’den fazla ülke askerî bütçesini artırmıştır. Yeni Trump bütçesi, Pentagon için 1 trilyon dolar, sınır ve göçmenlik uygulamaları içinse 170 milyar dolar ayırmaktadır. NATO ülkeleri, askerî harcamalarını mevcut %2 seviyesinden %5’e çıkarmayı taahhüt etmiştir. Çin, Hindistan, Rusya, Orta Doğu ülkeleri, Japonya ve Meksika gibi ülkeler de 2025 yılı için keskin artışlar açıklamıştır.

2020 yılında yayımladığım The Global Police State (Küresel Polis Devleti) adlı kitabımda gösterdiğim gibi, savaş, baskı, gözetim ve toplumsal denetim, küresel sermayenin her bir dolaşım hattına örülmüştür. Rollins’in kitlesel sınır dışı etmelere devam etme vaadine dönecek olursak: “iç güvenlik” pazarı 2023’te 568 milyar dolar değerindeydi ve 2030’larda 1 trilyon dolara ulaşması beklenmektedir. Göçmen gözaltı kompleksi, 1979’dan 2024’e kadar yirmi kat büyümüştür. ABD genelinde 100’den fazla cezaevi işleten ve elektronik izleme programları yürüten iki büyük kâr amaçlı özel şirket olan CoreCivic ve GeoGroup, bu sistemin büyük kısmını kontrol etmektedir. Ulusötesi finans sermayesi, bu iki şirkete ve diğer birçok özel “sınır güvenliği” firmasına büyük ölçekte yatırım yapmıştır. Zaten devasa boyutlara ulaşmış olan bu sektör, Trump rejimi altında sıçrama niteliğinde bir büyüme yaşayacaktır: Gözaltı alanlarının iki katına çıkarılması, 10.000 yeni ICE ajanının işe alınması ve yapay zekâ ile donatılmış yeni sınır duvarları ve gözetleme kuleleri inşa edilmesi planlanmaktadır.

Küresel kapitalizm krize doğru sürüklendikçe, daha da saldırganlaşmaktadır. Devletler, iç gerilimleri dışsallaştırmakta ve savunmasız grupları günah keçisi ilan etmektedir. Devletler içindeki iktidar blokları, şiddetli klik çatışmaları arasında yeniden yapılandırılmaktadır; seçkinler derin bir biçimde bölünmüş ve giderek parçalanmış durumdadır. II. Dünya Savaşı sonrası uluslararası düzen dağılırken, jeopolitik çatışmalar da hız kazanmaktadır. Demokratik yönetimler, insan hakları ve uluslararası hukuk artık engel olarak görülmektedir.

Macaristan’da Orban’dan Arjantin’de Milei’ye, Türkiye’de Erdoğan’dan Hindistan’da Modi’ye, Kenya’da Ruto’ya kadar; Trumpizm, 21. yüzyılın otoriterliğine, radikal sağ popülizme, diktatörlüğe ve faşizme dayalı ulusötesi bir modelin ABD’deki özgül biçimi olarak ortaya çıkmaktadır. Bu model, devlet gücünü ulusötesi sermaye egemenliğinin doğrudan bir aracı hâline getirmek üzere köklü biçimde yeniden yapılandırmayı hedeflemektedir. Faşist elit, küresel kapitalizmin içine düştüğü bu yozlaşma anında ortaya çıkan yok etme dürtüsünü meşrulaştırmak için ideolojiler ve anlatılar inşa etmektedir — bu dürtünün en sembolik örneği ise Gazze’deki soykırımdır.

Bu Faşizm Enternasyonali, saldırı konumundadır; ancak küresel kapitalizmin çöküş anında karşılaştığı çözülmez iç çelişkilerin ve aşağıdan yükselen kitlesel direnişlerin yarattığı engellerin etkisi altındadır.

Yeryüzünün lanetlileri, küresel sahneye fırtına gibi çıkmıştır. Sınıf bilinci yükselmektedir. Güney Kaliforniya’da — bu satırların yazıldığı yer — ICE (Amerika Birleşik Devletleri Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza Dairesi) terörüne karşı varoşlardan yükselen halk isyanı, bu saldırıya direnmektedir. Arjantin’de Milei birçok genel grevle karşı karşıyadır ve kitle hareketini bastıramamaktadır. İsrail’in soykırımı tüm hızıyla sürerken, Filistin’le dayanışma tüm dünyada milyonları ayağa kaldırmıştır. Kenya’da gençlik boyun eğmeyi reddetmektedir. Carnegie Uluslararası Barış Vakfı’nın Küresel Protesto Takip istatistiklerine göre, son 12 ayda her kıtada, 73’ten fazla ülkede tam 164 büyük protesto gerçekleşmiştir.

Küresel düzeyde siyasal ve sınıfsal güç dengesi bir belirsizlik içinde sallanmaktadır. Faşizmi geri püskürtebiliriz — ve püskürtmek zorundayız. Ama faşistlerin arkasında, ulusötesi sermayenin diktatörlüğü durmaktadır. Halk sınıfları ve işçi sınıfı, savunmadan saldırıya geçmelidir. Bizi uzun vadede kurtarabilecek tek savunma hattı; devlet baskısına, faşizm tehdidine ve ekolojik çöküşe karşı yürütülen mücadeleyi, ulustötesi kapitalist sınıfa karşı enternasyonal bir proletarya mücadelesine bağlamaktır. Emekçi ve halk sınıfları için kapitalizm karşıtlığı, her zamankinden daha fazla bir meşru müdafaadır.

 

 

 

Kaynak:https://znetwork.org/znetarticle/the-thirdworldization-of-the-global-working-class/

 

Not: Kesintisiz Faaliyet, çevirisini yayınladığı makalelerde aktarılan tüm görüşleri benimsemek zorunda değildir. Amacımız ilginç veya faydalı olabileceğini düşündüğümüz çeşitli görüşleri/perspektifleri paylaşmaktır.