Lübnan Hizbullahı ve Asimetriler – Nasser Elamine

Çeviri: Kesintisiz Faaliyet Çeviri Kolektifi 

İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırısı beşinci ayına girerken, bunun bütün bölgeyi kapsayan bir çatışmaya dönüşüp dönüşmeyeceği belirsizliğini koruyor. Çatışmanın geleceğini belirleyecek faktörler arasında, dünyadaki en ağır silahlara sahip devlet dışı aktörlerden biri olan ve muhtemelen şehir ve kır savaşındaki en yetenekli örgüt olan Hizbullah da yer alıyor. Örgüt şu ana kadar Lübnan’ın savaşa müdahil olmasını engellemek ve İsrail Savunma Kuvvetleri’ni (IDF) kuzeyden sınırlı saldırılarla kısmen oyalamak amacıyla gerilimi tırmandırıcı önlemler almaktan kaçındı. İsrail’in hayati altyapısını hedef almak yerine, askeri karakollara yönelik yüzlerce operasyon düzenledi. İsrail’i kuzeydeki yerleşimlerden vatandaşlarını tahliye ederek bir iç bölge oluşturmaya zorladı. Şimdiye kadar 170’ten fazla Hizbullah savaşçısı öldürüldü; ancak 50 bin ila 100 bin arasında eğitimli savaşçısı olduğu tahmin edilen parti bu tür kayıpların üstesinden gelebilir.

Ancak İsrail siyasi ve askeri liderliğinin bazı unsurları Hizbullah ile büyük bir çatışmayı kışkırtmaya niyetli görünüyor. Amaçları yeterince açık. İlk olarak, İsrail kabinesinin üyeleri (IDF komutası ve Mossad ile birlikte) iktidarda kalmak için en iyi şanslarının savaşı uzatmak olduğunu biliyorlar – ve bunu başarmak için kendi sivillerini feda etmekten çekinmiyorlar. İkinci olarak ise, eğer İsrail belirttiği savaş hedeflerinden hiçbirine ulaşmadan kitlesel katliamlar yapmaya devam ederse, uluslararası sahnede daha da yalnızlaşabilir; oysa Hizbullah İsrail şehirlerine saldırmaya ve sivilleri hedef almaya başlarsa, Netanyahu hükümeti tehlikede olan demokratik bir devlet fantezisini canlandırabilir ve ‘medeniyet güçlerini’ kendi davası etrafında toplayabilir.  Üçüncüsü ise Hizbullah’ın bir gün İsrail’in kuzey sınırından kendi ‘El Aksa Tufanı’nı başlatabileceği korkusu, aralarında Gantz, Gallant ve Ben Gvir’in de bulunduğu üst düzey siyasetçileri önleyici bir saldırı çağrısında bulunmaya sevk ediyor.

Bu nedenle İsrail, komşusunu kışkırtmak için defalarca girişimde bulundu: Güney Lübnan’da sivilleri hedef aldı ve ülkenin başka yerlerinde saldırılar düzenledi. Aralarında Wissam Al-Tawil ve Saleh Al-Arouri’nin de bulunduğu Hizbullah ve Hamas komutanlarını Lübnan topraklarında öldürdü. Netanyahu ‘Beyrut ve Güney Lübnan’ı Gazze’ye çevirmekle’ tehdit etti. Ancak Hizbullah düşük yoğunluklu savaşa bağlı kalmaya devam ederek şu ana kadar büyük bir saldırıyla İsrail’e karşılık vermeyi reddetti. Bu stratejik kararın nedeni ne? Hizbullah’ın savaşı tırmandırmasını engelleyen sadece daha fazla yıkım korkusu değil; bunun ne grubun ne de Direniş Ekseni’nin hedeflerini ilerletmeyeceğinin farkında olmasıdır.

Hizbullah’ın hesaplarını anlamak için Lübnan’ın bölgedeki konumunu göz önünde bulundurmamız gerekiyor. Obama’nın 2009’da ‘Asya’ya dönüş’ü ilan etmesinden bu yana ABD, bölgedeki vekalet savaşlarına doğrudan müdahaleyi en aza indirecek ve Çin’i çevrelemeye odaklanacak yeni bir Ortadoğu güvenlik mimarisi kurmaya çalışıyor. Bu sürecin bir parçası olarak hegemon güç ABD, İsrail ile Arap dünyası arasındaki ilişkileri normalleştirmeye çalıştı ve bu süreç 2020 Abraham Anlaşmaları ile sonuçlandı.

Aynı zamanda İran ve Suudi Arabistan da bölgesel çatışmalardaki rollerini azaltırken, ekonomilerini düzeltmek, ülkelerine yatırım çekmek ve komşu ülkelerle bağlarını güçlendirmek umuduyla yumuşama arayışına girdi. Geçen yıl iki ülke Pekin’de, ayrıntıları belirsizliğini koruyan ancak Yemen ve Lübnan gibi her ikisinin de nüfuz sahibi olduğu ülkeler söz konusu olduğunda bir uzlaşmayı içeriyor gibi görünen ikili bir anlaşmaya vardı. Bazı yorumcular, Muhammed bin Selman’ın artık Hizbullah ile işbirliği yapmaya ve onun Lübnan’daki baskın siyasi ve askeri güç statüsünü kabul etmeye hazır olduğunu ileri sürüyor. Hatta İsrail sınırında, özellikle de hiçbir mali ya da siyasi sorumluluğu olmayan güçlü bir caydırıcı güce sahip olmak Suudilerin çıkarına bile olabilir.

Lübnan’ın süregelen ekonomik sefaleti göz önüne alındığında, bu potansiyel bir can simidi olabilir. Ülke 2019’da Suudi Arabistan’ın başını çektiği Körfez ülkelerinin yardımları kesmesi ve gayrimenkul ve finans sektörlerinden el çekmesiyle ekonomik olarak düşüşe geçti. Gerekçe olarak Hizbullah’ın hegemonyasına meydan okumak gösterilse de bu karar, 2008 mali krizinin nihayet Körfez’e ulaşarak liderleri yabancı yatırım planlarını yeniden yapılandırmaya zorlamasının ardından geldi.

Şimdi, Hizbullah’taki güçlü unsurlar da dahil olmak üzere Lübnan siyasi sınıfı, 7 Ekim’den şimdiye kadar devam eden Suudi-İran anlaşmalarının, zamanı 2019 çöküşünden öncesine geri döndürmelerine izin verebileceğine inanıyor.

Amaçları, Manda Dönemi[i] sonrasında kurulan ve 1990’larda Refik el-Hariri döneminde pekiştirilen rantiye modelini yeniden canlandırmak. Bu model düzenli kredilerle merkezi devleti destekleyen baskın bir finans sektörü ve Körfez yatırımcıları ile başka ülkede yaşayan Lübnanlıların girişlerine bağımlı bir emlak piyasasına dayanıyor. Ayrıca Lübnan finans sisteminin artık Suriye’nin yeniden inşasında Körfez ve İran yatırımları için bir arabulucu görevi görebileceğini umuyorlar.

Suudi-İran anlaşmasının yürürlüğe girmesi ve mali krizin etkilerinin geçmesiyle birlikte Lübnan’a yatırımın önündeki engeller kalkabilir ve Hizbullah’ın meşruiyeti bölge genelinde kabul görebilir. Dahası, eğer İran bölgesel sorunlara müdahalesini azaltmayı ve eski rakipleriyle kalıcı ekonomik ortaklıklar kurmayı umuyorsa, Hizbullah’ın da aynı şeyi yapmasını isteyebilir: Lübnan ve Suriye’deki askeri faaliyetlerini azaltarak bunun yerine ekonomik canlanma ve ‘iyi yönetişim’ konularına odaklanabilir. İran ve Hizbullah arasındaki ilişki hakkında kategorik ifadeler kullanmaktan kaçınmak gerekir zira bu ilişkinin sınırları net değildir. Hizbullah’ı basit bir vekil olarak tanımlamak zordur. Yine de, Tahran’ın dış politikaya bakışı prima facie (ilk bakışta) Hizbullah’ın son aylarda Gazze’ye yaklaşımıyla örtüşüyor gibi görünmektedir.

Üstüne üstlük bu savaşın Ortadoğu’yu sarmasını önlemek isteyen ve Hizbullah’ı itidal politikasını sürdürmeye ikna etmek için diplomatik girişimlerde bulunduğu bildirilen Washington’un çıkarlarıyla da örtüşüyor gibi görünmektedir. Her ne kadar detaylar belirsizliğini korusa ve doğrulanmasa da İranlı yetkililer ve Hizbullah’a bağlı medyadan gelen bilgiler Beyaz Saray’ın Hizbullah’a savaşı genişletmemesi koşuluyla yeni bir ‘tüm bölge için çözüm’ önerdiğini gösteriyor. Lübnanlı gazeteci (ve bir Hizbullah milletvekilinin kardeşi) Habib Fayad, Amerikalıların Lübnan’ın kontrolünü Hizbullah’a bırakmayı, Hizbullah’ın İsrail’e 7 Ekim tarzı bir saldırı düzenlemeyeceğini taahhüt etmesi koşuluyla kabul edeceğini ileri sürdü.

Ancak bu sözde çözüm Hizbullah için de bir ikilem yaratabilir. Daha önce örgüt, bankacılık ve emlak sektörleriyle hiçbir bağı olmadığı için Lübnan’daki ekonomik krizin sorumluluğundan kaçabiliyordu. Ulus ötesi bir askeri hareket olma statüsünü, kötü yönetimleri ve yolsuzlukları nedeniyle nefret edilen Lübnan’ın ulusal siyasi partileriyle arasına mesafe koymak için kullanabiliyordu. Hizbullah’ın bu Amerikan teklifini kabul etmesi halinde, bazı kadroları onun yavaş yavaş geleneksel bir hükümet partisine dönüşeceğinin sinyalini vereceğinden endişe ediyor: müesses nizamla bütünleşmiş, isyancı enerjisini kaybetmiş bir parti. Hizbullah’ın bu yola girip girmeyeceği ise belirsizliğini koruyor. Örgüt hem çoğu askeri bir geçmişi olmayan ve bu tür bir ‘normalleşmeye’ sıcak bakabilecek politikacılardan hem de önderliğinde daha yoğun temsil edilen ve uzlaşmaya isteksiz militanlardan oluşuyor.

Dolayısıyla mevcut durum derin bir asimetri gibi görünüyor. Savaş sahasında bocalayan ve uluslararası alanda itibarını yitiren İsrail, savaş için bir tür bitirme vuruşu baskısı altında iken Hizbullah’ın gerçek bir zaman kısıtlaması yok. Savaş uzadıkça, örgüt Suriye iç savaşı ve Lübnan’daki 2019 protestoları sırasında zedelenen güvenilirliğini, Filistin’le silahlı dayanışma ve Lübnan’ın güvenliği endişesi arasında bir denge kurarak yenileyebileceğine inanıyor. Bu, Hizbullah’ın çatışmayı sadece araçsallaştırdığı anlamına gelmiyor; onun Filistin davasına olan bağlılığı gerçek ve küçümsenmemeli. Ancak mesele şu ki, İsrail ve Direniş Ekseni iki farklı eksende faaliyet gösteriyor, biri diğerinden daha acil olmak üzere farklı zaman dilimleri.

Yine de bölgesel savaşın gerekli ya da kaçınılmaz görülmesi halinde Hizbullah’ın politikası tersine dönebilir. Hassan Nasrallah bu durumda güçlerinin hiçbir sınırlama ya da kısıtlama olmaksızın savaşa gireceğini defalarca dile getirmiştir- ki bazı Lübnanlı yorumculara göre bu, iki taraf arasındaki önemli askeri dengesizliği gidermek amacıyla amonyum nitrat fabrikaları, petrokimya ve enerji tesisleri gibi stratejik İsrail hedeflerine saldırmak anlamına gelebilir.

Eğer Hizbullah şu anda çatışmasızlık stratejisi izliyor ve ateşkes şartıyla İsrail’le müzakere etmeye hazır olduğunu söylüyorsa, bunun nedeni hem Lübnan’da hem de bölgede gücünü pekiştirebileceğini düşünmesidir. Başka bir deyişle, Hizbullah’ın hala geniş çaplı bir savaşa girmekten kaybedeceği şeyler var. Ancak Hizbullah, Lübnan’ı yerle bir edebilecek, partinin askeri altyapısına zarar verebilecek ve onu siyasi olarak tehlikeye atabilecek bu tür bir savaşın kaçınılmaz olduğuna inanmaya başlarsa, kaybedecek hiçbir şeyi kalmaz. Bu durumda İsrail, kuzey sınırında güçlü bir varlıkla karşı karşıya kalabilir: ağır silahlarla donanmış ve artık itidalle ilgilenmeyen bir güç.

Kaynak: https://newleftreview.org/sidecar/posts/asymmetries

[i] 1920 ile 1943 yılları arasında Lübnan’ın Fransa tarafından yönetildiği dönemi ifade eder. (çev.n.)