Şafak Sökmeden Önceki En Karanlık Andayız Ancak İsrail Yerleşimci Sömürgeciliği Sona Erdi – Ilan Pappe

 

Çeviri: Kesintisiz Faaliyet Çeviri Kolektifi

Siyonizm’in yerleşimci sömürgeciliği olduğu fikri yeni değildir. 1960’larda Beyrut’ta FKÖ Araştırma Merkezi’nde çalışan Filistinli akademisyenler, Filistin’de karşı karşıya oldukları şeyin klasik bir sömürge projesi olmadığını çoktan anlamışlardı. İsrail’i sadece bir İngiliz ya da Amerikan sömürgesi olarak değil, dünyanın başka yerlerinde de var olan ve yerleşimci sömürgeciliği olarak tanımlanan bir olgu olarak görüyorlardı. İlginçtir ki 20-30 yıl boyunca Siyonizm’in yerleşimci sömürgeciliği olduğu fikri siyasi ve akademik söylemden kaybolmuştu. Ancak başta Güney Afrika, Avustralya ve Kuzey Amerika olmak üzere dünyanın diğer bölgelerindeki akademisyenler Siyonizm’in Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda ve Güney Afrika’yı yaratan Avrupalıların hareketine benzer bir olgu olduğu konusunda hemfikir olduklarında bu kavram geri geldi.

Yerleşimci sömürgeciliği fikri, 19. yüzyılın sonlarından günümüze kadar Filistin’deki Siyonist projenin doğasını daha iyi anlamamıza yardımcı oluyor ve gelecekte bizi nelerin beklediğine dair bir fikir veriyor. Kanımca, 1990’larda Avrupalı yerleşimcilerin özellikle Kuzey Amerika ve Avustralya gibi yerlerdeki eylemlerini 19. yüzyılın sonlarında Filistin’e gelen yerleşimcilerin eylemleriyle çok net bir şekilde ilişkilendiren bu özel fikir, Filistin’i kolonileştiren Yahudi yerleşimcilerin niyetlerini ve Filistinlilerin bu kolonileştirmeye karşı yerel direnişinin doğasını net bir şekilde ortaya koydu. Yerleşimciler, yerleşimci sömürge hareketleri tarafından benimsenen en önemli mantığı izlemişlerdir: Avrupa dışında başarılı bir yerleşimci sömürge topluluğu yaratmak için yerleştiğiniz ülkedeki yerlileri ortadan kaldırmanız gerekir. Bu, yerlilerin bu mantığa karşı direnişinin sadece özgürleşmek için değil, yok edilmeye karşı bir mücadele olduğu anlamına gelir. Bu, 1948’den bu yana, diğer Filistin direniş harekatlarının ve Hamas’ın ve işleyişi düşünüldüğünde özellikle önemlidir.

Kuzey Amerika, Orta Amerika veya Avustralya’ya gelen Avrupalıların birçoğunda olduğu gibi yerleşimcilerin kendileri de mülteci ve zulüm mağduruydu. Bazıları daha az talihsizdi ve sadece daha iyi bir yaşam ve fırsatlar arıyorlardı. Ancak çoğu Avrupa’da dışlanmıştı ve kendilerini istemeyen Avrupa yerine başka bir yerde bir Avrupa, yeni bir Avrupa yaratmak istiyorlardı. Çoğu durumda, zaten başka birilerinin, yerli halkın yaşadığı bir yeri seçtiler. Dolayısıyla aralarındaki en önemli çekirdek grup, başkalarının topraklarını sömürgeleştirmek için dini ve kültürel gerekçeler sağlayan liderleri ve ideologlarıydı. Buna bir de sömürgeleştirmeyi başlatmak ve sürdürmek için bir imparatorluğa dayanma ihtiyacı eklenebilir; her ne kadar o dönemde yerleşimciler kendilerine yardım eden imparatorluğa karşı ayaklanıp bağımsızlık talep etmiş ve elde etmiş olsalar da ki çoğu durumda bunu elde etmişler ve ardından imparatorlukla ittifaklarını yenilemişlerdir. İngiltere-İsrail ittifakına dönüşen Anglo-Siyonist ilişki buna bir örnektir.

İstediğiniz topraklardaki insanları zorla ortadan kaldırabileceğiniz fikri, 16., 17., 18. yüzyılların arka planında asla haklı olmasa da muhtemelen daha anlaşılabilir. Çünkü bu fikir emperyalizm ve sömürgeciliğe tam destekle birlikte gelişti. Batılı olmayan, Avrupalı olmayan diğer halkların ortak insanlıktan çıkarılmasından beslenmiştir. Eğer bazı insanları insanlıktan çıkarırsanız, onları daha kolay ortadan kaldırabilirsiniz.

Yerleşimci sömürgeci bir hareket olarak Siyonizm’i benzersiz kılan şey, dünyanın dört bir yanındaki insanların yerli halkları ortadan kaldırma, yerlileri yok etme hakları konusunda tereddüt etmeye başladığı bir dönemde uluslararası arenada ortaya çıkmasıydı. Bu nedenle Siyonistlerin ve daha sonra İsrail devletinin, Siyonizm gibi yerleşimci sömürgeci bir hareketin gerçek amacı olan yerlilerin ortadan kaldırılmasını örtbas etmek için harcadığı çabayı ve enerjiyi anlayabiliriz.

Ama bugün Gazze’de gözlerimizin önünde yerli halkı yok ediyorlar. O halde nasıl oluyor da 75 yıldır sürdürdükleri yok etme politikalarını gizleme çabalarından neredeyse vazgeçmiş durumdalar? Bunu anlamak için yıllar içinde Filistin’de Siyonizm’in doğasında meydana gelen dönüşümü kavramalıyız.

Siyonist yerleşimci sömürgeci projenin ilk aşamalarında, liderleri, bir demokrasi inşa etmenin ve aynı zamanda yerli nüfusu ortadan kaldırmanın mümkün olduğunu iddia ederek, projeyi imkânsız olanı hayata geçirme çabasıyla yürüttüler. Medeni milletler topluluğuna ait olmak için güçlü bir arzuları vardı ve liderleri tarafından, özellikle de Holokost’tan sonra, yerli nüfusu ortadan kaldırıcı politikaların İsrail’i bu birlikten dışlamayacağı varsayıldı.

Bu imkânsızı hayatı geçirme çabasıyla liderlik, Filistinlilere yönelik yerli nüfusu ortadan kaldırıcı eylemlerinin Filistinlilerin eylemlerine karşı bir ‘misilleme’ ya da ‘yanıt’ olduğunda ısrar etti. Ancak çok geçmeden, bu liderlik daha önemli ortadan kaldırma eylemlerine geçmek istediğinde, sahte ‘misilleme’ bahanesini terk ettiler ve yaptıklarını haklı çıkarmaktan vazgeçtiler.

Bu bağlamda, 1948’deki etnik temizliğin gelişme şekli ile bugün İsraillilerin Gazze’deki operasyonları arasında bir korelasyon vardır. 1948’de liderlik, 9 Nisan’daki meşhur Deir Yassine katliamı da dahil olmak üzere, işlenen her katliamı Filistinlilerin bir eylemine -otobüse taş atmak ya da bir Yahudi yerleşimine saldırmak vs.- tepki olarak meşrulaştırdı. Katliamın içeride ve dışarıda durup dururken ortaya çıkmayan bir şey olarak, meşru müdafaa olarak sunulması gerekiyordu. Nitekim İsrail ordusuna “İsrail Savunma Kuvvetleri” denmesinin nedeni de budur. Ancak bu bir yerleşimci sömürge projesi olduğu için her zaman ‘misillemeye’ güvenemezdi.

Siyonist güçler Şubat 1948’de Nakba sırasında etnik temizliğe başladı, bir ay boyunca tüm bu operasyonlar Filistinlilerin Kasım 1947’deki BM Filistin Paylaşım Planı’na muhalefetine misilleme olarak sunuldu. 10 Mart 1948’de Siyonist liderlik misillemeden bahsetmeyi bıraktı ve Filistin’in etnik temizliği için bir ana plan kabul etti. Mart 1948’den yılın sonuna kadar Filistin nüfusunun yarısının sürülmesine, köylerin yarısının yok edilmesine ve şehirlerin çoğunun Arap nüfustan arındırılmasına yol açan Filistin’in etnik temizliği, sistematik ve kasıtlı bir etnik temizlik ana planının parçası olarak işletildi.

Benzer şekilde, Haziran 1967’de Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nin işgalinden sonra, İsrail ne zaman gerçekliği temelden değiştirmek ya da tam ölçekli bir etnik temizlik operasyonuna girişmek istese, gerekçe gösterme ihtiyacından vazgeçmiştir.

Bugün de benzer bir modele tanık oluyoruz. Başlangıçta eylemler El Aksa Tufanı operasyonuna misilleme olarak sunuldu, ancak şimdi Gazze’yi doğrudan İsrail kontrolü altına almayı amaçlayan ve Gazze’deki halkı bir soykırım kampanyasıyla etnik olarak temizleyen “savaş kılıcı” adlı savaş yürütülüyor.

Asıl soru şu: Batı’daki siyasetçiler, gazeteciler ve akademisyenler neden 1948’de düştükleri tuzağa düştüler? Bugün hala İsrail’in Gazze Şeridi’nde kendini savunduğu fikrine, İsrail’in Ekim eylemlerine tepki gösterdiği fikrine nasıl inanabiliyorlar?

Ya da belki de tuzağa düşmüyorlardır. İsrail’in Gazze’de yaptıklarının 7 Ekim’i bahane olarak kullandığını biliyor olabilirler.

Her iki durumda da İsraillilerin Filistinlilere her saldırdığında bir bahane öne sürmesi, devletin uluslararası toplumun anlamlı bir tepkisinden korkmadan suç politikalarını sürdürmesine izin veren dokunulmazlık kalkanını sürdürmesine yardımcı oldu. Sunulan bahaneler, İsrail’in demokratik ve batılı dünyanın bir parçası olduğu ve dolayısıyla her türlü kınama ve yaptırımın ötesinde olduğu imajının vurgulanmasına yardımcı oldu. Tüm bu savunma ve misilleme söylemi, İsrail’in Küresel Kuzey’deki hükümetlerden aldığı dokunulmazlık zırhı açısından önemlidir.

Ancak 1948’de olduğu gibi bugün de İsrail’in operasyonu sürerken, bahaneden vazgeçiyorlar ve en büyük destekçileri bile İsrail’in politikalarını onaylamakta zorlanıyor.

Yıkımın büyüklüğü, Gazze’deki kitlesel katliamlar, soykırım öyle bir seviyeye ulaşmıştır ki İsrailliler yaptıklarının aslında bir meşru müdafaa ya da tepki olduğuna kendilerini bile ikna etmekte giderek daha fazla zorlanmaktadır. Dolayısıyla, gelecekte giderek daha fazla insanın İsrail’in Gazze’deki soykırıma ilişkin bu açıklamasını kabul etmekte zorlanması mümkündür.

Çoğu insan için gerekli olanın bir bahane değil bir bağlam olduğu açıktır. Tarihsel ve ideolojik olarak, 7 Ekim’in Siyonist hareketin 1948’de tamamlayamadığı şeyi tamamlamak için bir bahane olarak kullanıldığı çok açıktır.

1948’de Siyonizm’in yerleşimci sömürgeciliği hareketi, Filistin nüfusunun yarısını sürgün etmek için Filistin’de Etnik Temizlik adlı kitabımda ayrıntılı olarak yazdığım özel bir dizi tarihsel koşulu kullandı. Belirtildiği gibi, bu süreçte Filistin köylerinin yarısını yok ettiler, Filistin kasabalarının çoğunu yıktılar ve yine de Filistinlilerin yarısı Filistin içinde kaldı. Filistin sınırları dışında mülteci durumuna düşen Filistinliler, Filistinlilerin direnişini sürdürmüş ve bu nedenle yerleşimci sömürgecilerin yerlileri ortadan kaldırma ideali gerçekleşmemiş ve İsrail 1948’den günümüze kadar tüm gücünü yerlileri ortadan kaldırmaya devam etmek için aşamalı olarak kullanmıştır.

Yerlinin başından sonuna kadar ortadan kaldırılması, sadece bir yeri işgal edeceğiniz, insanları katledeceğiniz veya onları sürgün edeceğiniz askeri bir operasyonu içermez. Ortadan kaldırmanın meşrulaştırılması ya da bir eylemsizlikle karşılanması gerekir ki bunu yapmanın yolu da ortadan kaldırmaya niyetlendiğiniz kişileri sürekli olarak insanlıktan çıkarmaktır. İnsanlıktan çıkarmadığınız sürece insanları kitlesel olarak öldüremez ya da başka bir insanı soykırıma uğratamazsınız. Dolayısıyla Filistinlilerin insanlıktan çıkarılması, İsrailli Yahudilere eğitim sistemleri, ordudaki sosyalleşme sistemleri, medya ve siyasi söylem aracılığıyla iletilen açık ve örtük bir mesajdır. Tasfiyenin tamamlanması için bu mesajın iletilmesi ve sürdürülmesi gerekmektedir.

Dolayısıyla, ortadan kaldırmayı tamamlamak için özellikle acımasız yeni bir girişime tanık oluyoruz. Yine de her şey umutsuz değil. Aslında ironik bir şekilde, Gazze’nin bu insanlık dışı yıkımı siyonizmin yerleşimci sömürgeci projesinin başarısızlığını ortaya koyuyor. Kulağa saçma gelebilir, çünkü küçük bir direniş hareketi olan Filistin Kurtuluş Hareketi ile askeri bir makineye ve sadece Filistin halkının yerli halkını yok etmeye odaklanmış ideolojik bir altyapıya sahip güçlü bir devlet arasındaki çatışmayı anlatıyorum. Bu kurtuluş hareketinin arkasında güçlü bir ittifak yokken, karşı karşıya olduğu devletin arkasında -ABD’den çok uluslu şirketlere, askeri endüstri güvenlik şirketlerine, ana akım medyaya ve ana akım akademiye kadar- güçlü bir ittifak var. Neredeyse umutsuz ve iç karartıcı görünen bir şeyden bahsediyoruz çünkü siyonizm ilk aşamalarından bugüne kadarki yok etme politikaları için uluslararası bir dokunulmazlığa sahip. İsrail’in ortadan kaldırma politikalarını yeni bir düzeye taşıyarak, daha önce hiç cesaret edemediği kısa bir süre içinde binlerce insanı öldürmeye yönelik çok daha yoğun bir çaba içine girme girişimi muhtemelen sürecin en kötü bölümü gibi görünecek.

Peki bu aynı zamanda nasıl bir umut anı olabilir? Her şeyden önce, Filistinlilerin ortadan kaldırılmasını haklı göstermek için onların insanlıktan çıkarılmasını sürdürmek zorunda olan bu tür bir siyasi varlık, bir devlet, daha uzak bir geleceğe bakarsak çok zayıf bir temele sahiptir.

Bu yapısal zayıflık 7 Ekim’den önce de ortadaydı ve bu zayıflığın bir parçası da, ortadan kaldırma projesini çıkardığınızda, İsrail’de kendilerini Yahudi ulusu olarak tanımlayan insan grubunu birleştiren çok az şey olmasıdır.

Eğer Filistinlilerle savaşma ve onları ortadan kaldırma ihtiyacını çıkarırsanız, geriye savaşan iki Yahudi kampı kalır. Ki bu iki kampın 6 Ekim 2023’e kadar Tel Aviv ve Kudüs sokaklarında fiilen savaştıklarını gördük. Bir tarafta İsrail içinde Filistinlilere yönelik işgali ve apartheid’i sürdürürken demokratik çoğulcu bir devlet kurmanın mümkün olduğuna inanan ve kendilerini laik Yahudiler olarak tanımlayan – çoğunlukla Avrupa kökenli – laik Yahudiler arasında büyük gösteriler var. Diğer tarafta, Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimlerinde gelişen, benim başka bir yerde Judea (Yahudiye) devleti olarak adlandırdığım, birdenbire aramızda beliren, artık demokrasiyi dikkate almayan bir tür Siyonist teokrasi yaratmanın bir yolunu bulduklarına inanan ve bunun gelecekteki bir Yahudi devleti için tek vizyon olduğuna inanan mesihçi yeni bir Siyonizm türü var.

Bu iki vizyon arasında tek bir ortak nokta var: her iki kamp da Filistinlileri umursamıyor, her iki kamp da İsrail’in hayatta kalmasının Filistinlilere yönelik tasfiye politikalarının devam etmesine bağlı olduğuna inanıyor. Bunun tutulacak yanı yok. Bu durum parçalanacak ve içten içe patlayacak çünkü 21. yüzyılda ortak aidiyet duygusu yerli nüfusu ortadan kaldırmaya dayalı bir soykırım projesinin parçası olmak olan bir devleti ve toplumu bir arada tutamazsınız. Bazıları için kesinlikle işe yarayabilir ama herkes için asla işe yaramaz.

Bunun işaretlerini 7 Ekim’den önce, çifte vatandaşlıkları, meslekleri ve finansal yetenekleri nedeniyle dünyanın başka yerlerinde fırsatları olan İsraillilerin hem paralarını hem de kendilerini İsrail devleti dışına taşımayı ciddi olarak düşündüklerinde gördük. Geriye ekonomik olarak zayıf, mesihçi Siyonizm’in ırkçılıkla birleştiği ve Filistinlilere yönelik yok edici politikalarla yönetilen bir toplum kalacaktır. Evet, güç dengesi ilk başta ortadan kaldırılanların değil, ortadan kaldıranların tarafında olacaktır, ancak güç dengesi sadece yerel değildir, güç dengesi bölgesel ve uluslararasıdır ve ortadan kaldırıcı politikalar ne kadar baskıcı olursa (ve bunu söylemek korkunç ama doğrudur), bir ‘yanıt’ veya ‘misilleme’ olarak sunulup daha az örtbas edilebilir ve daha acımasız bir soykırım politikası olarak görülür. Dolayısıyla, İsrail’in bugün sahip olduğu dokunulmazlığın gelecekte de devam etmesi ihtimali azalmaktadır.

Yaşadığımız bu karanlık anın -ki bu karanlık bir andır çünkü Filistinlilerin ortadan kaldırılması yeni bir seviyeye taşınmıştır- daha önce benzeri görülmemiş bir durum olduğunu düşünüyorum. İsrail’in kullandığı söylem, ortadan kaldırma politikalarının yoğunluğu ve amacı açısından tarihte böyle bir dönem yaşanmadı, bu Filistinlilere yönelik vahşetin yeni bir aşaması. Hayal bile edilemeyecek bir felaket olan Nakba bile şu anda gördüklerimizle ve önümüzdeki birkaç ay içinde göreceklerimizle kıyaslanamaz. Bana göre, İsrail’in Filistinlilere uygulayabileceği en kötü dehşete tanıklık edeceğimiz iki yıllık bir dönemin ilk üç ayındayız.

Ancak bu karanlık anda bile, dağılan yerleşimci sömürgeciliği projelerinin, projelerini kurtarmak için her zaman en kötü araçları kullandığını anlamalıyız. Bu Güney Afrika ve Güney Vietnam’da yaşandı. Bunu bir temenni olarak söylemiyorum ve bunu bir siyasi aktivist olarak da söylemiyorum: Bunu bir İsrail ve Filistin çalışan akademisyen olarak, akademik niteliklerimin verdiği güvenle söylüyorum. Aklı başında mesleki bir incelemeye dayanarak, Siyonist projenin sonuna tanıklık ettiğimizi söylüyorum, buna hiç şüphe yok!

Bu tarihsel proje sona ermiştir ve bu şiddetli bir sondur. Bu tür projeler genellikle şiddetli bir şekilde çöker ve bu nedenle bu projenin kurbanları için çok tehlikeli bir andır. Kurbanlar her zaman Filistinlilerle birlikte Yahudilerdir çünkü Yahudiler de Siyonizmin kurbanlarıdır. Dolayısıyla, çöküş süreci sadece bir umut anı değil, aynı zamanda karanlığın ardından doğacak şafaktır ve tünelin sonundaki ışıktır.

Ancak bu şekilde çöküş bir boşluk yaratır. Boşluk aniden ortaya çıkar; içindeki çatlaklarla yavaş yavaş aşınan bir duvar gibidir ama sonra kısa bir anda çöker. Ve bu tür çöküşlere, bir devletin ortadan kalkmasına ya da yerleşimci sömürgeci bir projenin dağılmasına hazır olmak gerekir. Arap dünyasında ne olduğunu gördük, boşluğun kaosu herhangi bir yapıcı ve alternatif proje tarafından dolduramadığında kaos devam eder.

Açık olan bir şey var ki, Siyonist devlete alternatif düşünenler, çökmekte olan devletin yerini alacak modeller için Avrupa’ya ya da Batı’ya bakmamalıdır. Yerel olan ve Meşrik’in (Doğu Akdeniz) ve bir bütün olarak Arap dünyasının yakın ve daha uzak geçmişinden miras kalan çok daha iyi modeller vardır. Uzun Osmanlı döneminde, geleceğe bakmak için geçmişten fikir almamıza yardımcı olabilecek bu tür modeller ve miraslar vardır.

Bu modeller, bireysel hakların yanı sıra kolektif kimliklere de saygı duyan, Arap dünyası ve Afrika da dahil olmak üzere dünyanın pek çok yerinde sömürgecilikten kurtulma sürecinde yapılan hatalardan ders çıkaran yeni bir model olarak sıfırdan inşa edilen çok farklı türde bir toplum inşa etmemize yardımcı olabilir. Bu sayede, Arap dünyasının geneli üzerinde büyük ve olumlu bir etki yaratacak farklı bir siyasi oluşum ortaya çıkacaktır.

Kaynak: https://www.ihrc.org.uk/it-is-dark-before-the-dawn-but-israeli-settler-colonialism-is-at-an-end/