Sınıfsal mücadelenin belki de en vurucu yanı, onun parçası olanların bile çoğu zaman farkında olmadıkları bir canlılıkla, her an yeniden kurulan bir ilişki olmasıdır. Bu zenginlik politik ekonominin soğuk kavramlarını çok asan bir boyut taşır. Son zamanlarda, hangi iş kolu olduğu fark etmeksizin işçiler, haklarını almak, patronların karşısında emeğin haysiyetini savunmak için ‘yarını olmayan bir eylem’ olarak kodlanan çatı eylemlerini giderek daha çok tercih etmekte. İnşaat işçileri, madenciler ve enerji işçileri, tarım işçileri…Bu tarz güncel sınıfsal mücadele dinamiklerini kavrayabilmek için, insanlığın ortak bilgisinin farklı departmanlarını da işe koymak gerekir.
Bu kısa yazıda, işçilerin çatı eylemleri üzerine kenar notları düşmeye çalışacağım. Başlangıç adımları olarak, teferruatlı cevaplara -şimdilik- ulaşamayacağımızın bilinciyle şu soruları sormak mümkün: Ne oldu da son zamanlarda biz, çatıları işçi sınıfının bir eylem mekânı olarak görür olduk? Çatının işçinin eylem repertuarına katılmasının ardındaki dinamik ne? Ve devamında: Çatıdan çoğu zaman intihar tehdidi ile seslenen işçinin sınıfsal pozisyonunu ilmek ilmek, sömürünün kaynağına doğru takip ettiğimizde bizi bekleyen güç ilişkilerinin tablosu ne? Bizim çaresizlik olarak gördüğümüz şeyin altında potansiyel bir gücün kendisini -örgütsüz de olsa- ifadesi yatıyor olabilir mi? Karşımızda sınıfın potansiyel gücünü̈ “bıçak sırtı” bir anda keşfetmesini sağlayan tehlikeli (peki kimin için?) bir eylem biçimi mi var?
Kapitalist Tahakküme Karşı İşaret Fişekleri
Ekonomik kriz günden güne derinleşiyor. Bu alışverişe giden bir çocuğun bile fark edeceği açıklık ve yakıcılıkta bir olgu. Matematiksel bir dille söylersek, asgari ücretin aritmetik artışı geçim sıkıntısının geometrik artışının önüne geçmekten çok uzakta. Enflasyonu durdurmak bir yana, sömürüyü derinleştiren ekonomi stratejisi, emekçilerin, işsizlerin ve geçinemeyenlerin yaşam mücadelesini zora sokuyor. Bütün kurulu düzen ve onun ifadesi kanunlar, sendikal baskılar ve yasaklar, emekçileri sömürü kıskacında bir yaşama mahkûm ediyor. Krizin bahsettiğimiz bu gündelik yansımaları, kapitalist sistemin esas krizlerini ortaya koyan görüngüler. Çatı eylemleri böyle bir konjonktürde vuku buluyor.
İşte birkaç örnek: Dersim’de Fırat Aksa Elektrik Dağıtım A.Ş. (FEDAŞ) isçilerinin, düşük ücret ve güvencesiz çalışma koşullarına karşı DİSK/Enerji Sen öncülüğünde başlattığı eylemin 73. Gününde işçiler Fırat Elektrik binasının çatısına çıktı. Çatıya çıkan işçiler, sorunlar çözülene kadar inmeyeceklerini, “Artık bıçak kemiğe dayandı. Bir çözüm olmadığı müddetçe biz bu çatıdan aşağı inmeyeceğiz” diyerek açıkladı. 73 gündür birçok ilde meşru-fiili bir direniş̧ ören isçiler, çatıdan anlaşmaların olumlu sonuçlandığı açıklayarak indi.
İstanbul Finans Merkezi’nde Limak Holding’e bağlı firmada çalışırken kıdem tazminatlarını ve mesai ücretlerini alamayan Dev Yapı İş üyesi inşaat işçileri, gasp edilen hakları için eylemlere başlamış̧; direnişlerinin 7. gününde şantiyenin çatısını işgal etmişti. Haklarını alana kadar çatıdan inmeyeceklerini söyleyen işçiler, Limak Holding’i dize getirerek direnişi kazanımla sonuçlandırdı.
Yeni Anadolu Madencilik’te Bağımsız Maden İşçileri Sendikası’na üye olduktan sonra KOD-26 ile işten çıkarılan Ramazan Gündoğan, taleplerinin karşılanması için kaymakam ve belediye başkanı ile yaptığı görüşmelerden de, 10 gündür şirket önünde gerçekleştirdiği eylemlerden de sonuç alamadı. Bunun üzerine, ‘’Herkes halinden memnun ama ben evime ekmek götürmek zorundayım’’ diyerek şirketin çatısında eyleme başladı. Ramazan Gündoğan’ın işsiz kaldığı 3 buçuk aydır taleplerine kulak tıkayanlar, saatler içerisinde talepleri kabul etmek zorunda kaldı.
Çatı eylemleri, burjuva muhalefetin çöktüğü uzatmalı umutsuzluk ortamına işçilerin kendiliğinden anlık bir cevabı olmakla birlikte, daha derinde sömürülen ve ezilenlerin mevcut sistemin gündelik akslarında içerilemeyen bir çıkış olduğu da not edilmelidir. Yaşamın her haliyle kutsandığı, arzuların taksitlendirildiği ve zamanımızın borçlandırıldığı bu düzene en çıplak haliyle itirazı, bedenen, çatı eylemleri dolayımıyla görüyoruz. İtirazın bahsini açtığı düzey o yükseklikte ki, egemenler tarafından sisteme entegre edilecek bir biçimden hayli uzaktır. Bundan dolayı çatıdan iniş, taleplerin kabul edilip edilmemesinden bağımsız olarak kendi içinde zorunlu bir zaferi barındırmaktadır. Zafer, isçinin örgütlü̈ gücünden aldığı bir sonuç̧ olarak değil; bu sömürü̈ düzenine karsı bedenini son çare olarak koyduğu iradenin hiçbir zaman kapitalizmin tam boyunduruğuna alınamamasından kaynaklanmaktadır. İşçinin bedenini ortaya koyup, “Bu düzenin beni ittiği pozisyon artık yaşamıma mal olacak pozisyondur. Bu baskı boğazıma dayanan bıçaktır’’ diyerek çatıda yaktığı işaret fişeğinin muhtevası budur.
Artık kapitalist tahakküm, bedenimizi de kapsayacak şekilde gündelik yaşamımızda alışveriş zamanımızdan televizyon izleyeceğimiz zamana kadar sirayet eden bir yoğunlukta. Bu yoğunluğa cepheden bir karşı koyuş örgütleyemediğimiz de ortada. Bu açıdan çatı eylemleri emeğin mücadelesine dair bütünlüklü bir cephenin de ortaya konulamamasının sonucu. Bu örgütlü cephe için mücadele edenlerin üzerine düşen görevlerden biri de sınıfın bu tarz eylemlerle ortaya koyduğu gizli dilin çizdiği rotalarını okuyabilmek.
Sadece çatılara değil, vince çıkan işçiler de gördük. İstanbul Halkapınar’da TOKİ inşaatında çalışan ve 5 aydır paralarını alamayan 8 inşaat işçisi vincin üzerine çıkarak haklarını istediklerini söylemişti. Üretim aracına, ürünün kendisine (inşaat) veya şirket binasına geçici olarak el koyularak gerçekleştirilen bu eylemler hem bu mekanlar arasındaki bağlantıyı hem de bu bağlantının arkasında yatan artı değer transferi üzerinde yükselen baskıyı ifşa eder. Kapitalizmin temeline işçiden çaldığı artı değeri koyarak inşa ettiği bu mekanların nötr olduğu algısı kırılır. Üretimi olabildiğince parçalayan ve mekânsal olarak da ayrıştıran esnek ve güvencesiz üretim süreci örgütlenmesinin kapitalistlere sağladığı görünmezlik pelerini yırtılır. Tüm bunlarla birlikte düşündüğümüzde bu eylemleri sistemin mekân politikasına el koyma biçimi olarak da tarif etmek mümkündür. İşçi, kendiliğinden eylemi dolayımıyla mekânı mülk edinir. Kuşkusuz bu, işçinin kendi bedenini mekânın içinde pasif bir üretim girdisi pozisyonundan kurtarması yoluyla gerçekleşir Bu noktada talebin içeriği önemsizleşir, mesaj veren özne olmanın düzeyi diğer bütün faktörlerin üzerine çıkar.
Mekânsal olarak parçalanan, iş kollarından zamanına kadar bölünen işçi sınıfı; bugün dünden daha katmanlı, heterojen bir yapıda bulunuyor. Bu yapının potansiyel gücünün örgütlenmesi, sermayenin kabataslak engellemelerinden daha ayrıntılı, çatı eylemlerinin vurucu ama örgütsüz gücünden daha örgütlü̈ bir rotaya ihtiyaç duyuyor. O zaman çatı eylemlerinin yaktığı işaret fişeği, sınıfın uzatmalı umutsuzluk konjonktüründe bir selamı olarak kabul edilip, örgütlü mücadeleyi besleyen kendiliğinden bir dinamik olarak gerçek anlamını- işçinin bedeninin çaresizlik imgesi olmaktan çıkıp mücadelenin taşıyıcı kolonu olacak tarihsel ve sınıfsal anlamını – meydanlarda bulacaktır.