Çeviri: Kesintisiz Faaliyet Çeviri Kolektifi
Gazeteci Sylvain Cypel, Siyonist bir işçi ailesinde büyüdü. Gerçekleri farkına varasıya kadar İsrail ordusunda görev yaptı. Bu röportajında İsrail’in Gazze’deki acımasız savaşı ve işgali sona erdirmek için nelerin yapılması gerektiğinden bahsediyor.
Gazeteci Sylvain Cypel, 2020 yılında Fransa’da yayımlanan The State of Israel vs the Jews[1] (İsrail Devleti Yahudilere Karşı) adlı kitabında, dönemin ABD Başkanı Joe Biden’ın “ABD ile İsrail arasındaki ilişkiyi uzun zaman sonra ilk kez değiştirme” fırsatına sahip olduğunu savunuyordu. Cypel, Biden’ın İsrail’in İran’a dair güvenlik kaygılarını kullanarak ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde İsrail’den diplomatik desteğini çekerek İsrail’i on yıllardır süren Filistin işgalini sona erdirmeye zorlayabileceğini öne sürüyordu. Cypel, Biden’ın özellikle “geleneksel” çizgideki Antony Blinken’ı Dışişleri Bakanlığı’na aday göstermesi hesaba katılınca, bu yönde bir değişimi ihtimal dışı olarak nitelese de, alternatifini de felaket olarak görüyordu: “İsrail’de aşırı sağ iktidara gelirse, tüm Ortadoğu baş döndürücü korkunçlukta bir patlamalar silsilesine sürüklenebilir.”
İki yıl sonra İsrail’de aşırı sağ iktidara geldi ve Cypel’in öngördüğü patlamalar çok geçmeden gerçekleşti. Bu yazı yazılırken, İsrail’in Gazze’de yürüttüğü ve pek çok uzmanın soykırım olarak nitelendirdiği savaş, 27 binden fazla Filistinli’nin hayatına mal oldu ve bir dizi bölgesel misillemeye yol açtı.
En kötü tahminlerinin gerçekleşmiş olmasının Cypel’i mutlu etmediği açık. Fransa’da Siyonist bir babanın oğlu olarak dünyaya gelen Cypel, liseden sonra İsrail’e gitti. İsrail ordusuna alındı, komün çiftlikte yaşadı ve Kudüs İbrani Üniversitesi’ne girdi. 1967’deki Arap-İsrail Savaşının ardından Cypel, Fransa’nın Cezayir’i sömürgeleştirmesi ile İsrail’in Gazze, Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ü işgali arasında paralellikler kurmaya başladı. Siyonizm karşıtlığı giderek artan Cypel, İsrail toplumundan daha da dışlandı ve sonunda Fransa’ya döndü ancak Le Monde için bölgeye dair haberler yapmaya devam etti.
Arvind Dilawar Cypel ile İsrail’in savaşını ve aşırı sağı, “korkunç patlamalar” öngörüsünü ve İsrail’in Amerikalı Yahudiler arasındaki desteğini kaybetmeye devam edip etmeyeceği hakkında bir röportaj yaptı.
Arvind Dilawar: İsrail, eleştirmenler tarafından sık sık Güney Afrika’daki beyaz üstünlükçü yönetimi çağrıştıran bir “apartheid devleti” olarak tanımlanıyor, ancak Jim Crow ayrımcılığı[2] Amerika Birleşik Devletleri’ndeki insanlara çok daha tanıdık geliyor. İsrail’in Filistin’i işgali ABD’nin güneyindeki ayrımcılıkla nasıl karşılaştırılabilir?
Sylvain Cypel: ABD’nin güney eyaletlerindeki beyaz egemenliği ile karşılaştırma en açık şekilde “Nakba”dan sonra yapıldı. Nakba, 1948 ile 1967 yılları arasında, İsrail’in 1949 da İsrail Devleti’nin toprakları haline gelen topraklardan Filistinlilerin yüzde 85’inden fazlasını sürdüğü süreçti. O dönemde İsrail’de kalan Filistinlilerin sayısı nüfusun yüzde 10’undan biraz fazlasına kadar geriledi.
Ancak İsrail’in Haziran 1967’de Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Gazze’yi işgal etmesiyle birlikte, şu anda İsrail tarafından kontrol edilen topraklardaki Yahudiler ve Filistinliler arasındaki demografik ilişki yavaş yavaş tersine döndü. Şimdi, “Ürdün Nehri ile Akdeniz arasında” denildiği gibi, 7,5 milyon Yahudi ve 7,3 milyon Filistinli var. Bu neredeyse eşittir. Bu açıdan bakıldığında, sadece bir tür apartheid’e değil, aynı zamanda geleneksel bir sömürgeci işgale de tanık oluyoruz. Ortada ne “ezilen azınlık” ne de “ezilen çoğunluk” var; bir halkın diğerine tahakkümü söz konusu. ‘Ezilen azınlık’ ya da ezilen çoğunluk’ yoktur, bir halkın diğerine tahakkümü vardır.
İsrail’de apartheid’in pek çok unsuru var: 2018’de İsrail Anayasası’nın” Yahudiler ve Yahudi olmayanlar için farklı haklar öngörmesi; İsrail’in pek çok kentinde Filistinlilerin yaşamasının yasal olarak yasak olması; İşgal Altındaki Filistin Topraklarında Yahudiler ve Yahudi olmayanlar için farklı yasaların geçerli olması; farklı yolların farklı insanlar tarafından kullanılması… Liste uzayıp gidiyor.
Bununla birlikte, “apartheid” ifadesinin, hemen anlaşıldığı için kullanışlı (ki ben de kullanıyorum) olmasına rağmen, İsrail-Filistin bağlamında “yerleşimci sömürgeciliği” kadar kesin olmadığını düşünüyorum.
Kısacası, İsrail-Filistin çatışması öncelikle toprakla ilgili hale gelmiştir. İsrail’in Gazze’ye yönelik son askeri operasyonunda ilk olarak halkı sürgün etmeye çalışmasının nedeni budur. Batı Şeria’da ordu ve yerleşimcilerin Filistinlilere günlük yaşamı imkânsız hale getirmek için ellerinden geleni yapmalarının nedeni de bu. Umutları, Filistinlilerin sürülebileceği bir durum yaratmak.
Bu açıdan bakıldığında İsrail sömürgeciliği, örneğin Cezayir’deki Fransız sömürgeciliğine ya da Güney Afrika’daki ırkçı sisteme benzememektedir. Cezayir’de Fransızlar, Amerikan köleliğinde olduğu gibi, yerli halkın emeğiyle zenginleşerek toprağı tekellerine aldılar. Güney Afrika’nın apartheid rejimi de siyah nüfusun emeğiyle zenginleşmeye çalışmıştır. İsrail’de de bu unsur mevcuttur ancak marjinaldir. Temel fikir, toprağı ele geçirirken sakinlerini sürmektir. Bu, kesin olarak etnik ayrımı tamamlamayı amaçlayan bir siyasi, sosyal ve bölgesel sömürgecilik biçimidir.
Arwind Dilawar: Dahiya Doktrini nedir ve İsrail’in Gazze kuşatmasını, bombardımanını ve işgalini açıklamaya nasıl yardımcı olur?
Sylvain Cypel: Dahiya Doktrini, İsrail’in 2006 yılında Lübnan’da Hizbullah’a karşı yürüttüğü savaşta hava kuvvetlerinin Beyrut’un dış mahallelerinden biri olan ve çoğunlukla Şiilerin yaşadığı Dahiya’yı neredeyse yerle bir etmesinden kaynaklanıyor. 2 yıl sonra İsrailli General Gadi Eisenkot Dahiya’da yaşananları İsrail askeri stratejisinin temel bir normu haline getirdi. Bu strateji özetle, günümüzün “asimetrik” savaşlarında, kurulu bir devlet ile genellikle “terörist” olarak tanımlanan devlet dışı bir düşman arasında, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra 1949 da kabul edilen “savaş kanunlarının” artık geçerli olmadığını söylüyor. Bir devletin galip gelmesinin tek yolu, terörist düşmanın üssünü, yani ona adanmış toplumu bütünüyle yok etmektir. General Eisenkot 2008 yılında “Başka bir seçenek yok” demişti.
Bu düşünce tarzı, 11 Eylül sonrasında ABD yönetiminin “Terörle Küresel Savaş”ın “düşman savaşçılara” karşı yürütüldüğü dönemde belirlediği standartları anımsatmaktadır: bunlar düzenli askerler değildir, dolayısıyla savaş kanunları geçerli değildir. Benzer şekilde Dahiya Doktrini de Hamas’a karşı savaşan İsrail Ordusu için savaş kanunlarının geçerli olmadığını, zira Hamas’ın herhangi bir devletin askeri olmayan savaşçılardan oluştuğunu savunmaktadır.
General Eisenkot daha sonra Genelkurmay Başkanı oldu. Bugün ise Benjamin Netanyahu’nun savaş kabinesinin bir üyesi. Sonuç: Hamas korkunç bir savaş suçu işledi, dolayısıyla İsrail’in insanlığa karşı bin kat daha büyük bir suç işleme yetkisi var. Aynı zamanda “başka bir seçenek de yok”
Arvind Dilawar: 2020’deki kitabınızda “İsrail’de aşırı sağ iktidara gelirse, tüm Ortadoğu baş döndürücü korkunçlukta bir patlamalar silsilesine sürüklenebilir” diye yazmıştınız. Şu anda devam eden savaşın öngördüğünüz gibi bir savaş olduğunu düşünüyor musunuz? Bunun nasıl sonuçlanacağını düşünüyorsunuz?
Sylvain Cypel: Hiç kimse 7 Ekim’de Hamas tarafından gerçekleştirilen saldırıyı öngöremezdi. Ancak Netanyahu’nun Filistin davasını geçmişte bırakmakla övünmesinin aptalca olduğunu şüpheye yer bırakmayacak şekilde biliyorduk. Bugün unutuldu ama Netanyahu 7 Ekim’den sadece on gün önce ABD’den İsrail’e dönerken, İsrail, ABD ve Suudi Arabistan arasında çok yakında imzalanacak savunma anlaşmasının bir Filistin devleti kurulması ihtimalini sonsuza kadar geçersiz kılacağını söylemişti.
Bugün hiç kimse “Filistin sorununun” ortadan kalktığına inanmıyor. Netanyahu ve halefleri Filistinlileri haritadan silmeyi hayal etmeye devam edebilirler, ancak Filistin sorunu yeniden gündemde.
İsrail aşırı sağı bu gelişmede önemli bir rol oynamıştır. İsrail-Filistin barış görüşmelerinin 2000 yılında Camp David’de başarısızlığa uğramasından bu yana aşırı sağ, kamuoyunda istikrarlı bir şekilde zemin kazanmış ve siyasi konumunu güçlendirmiştir. Bu durum en aşırı dinci yerleşimcilere Batı Şeria’da tam bir cezasızlık hissi verdi ve yaptıkları kötülükler her geçen gün artıyor.
Aşırı sağ Netanyahu’yu rehin tutuyor. Bu insanlar olmasaydı, çoğunluğa sahip olamazdı. Bu nedenle kendilerini her zamankinden daha özgür hissediyorlar. 7 Ekim’in ardından, Filistinlilerin Gazze’den kitlesel olarak sürülmesi gibi yeni bir Nakba gerçekleştirebileceklerini düşündüler. Bu işe yaramadı. Ancak hala yelkenlerinde rüzgar var. Eğer İsrail’de utanmaz soykırım destekçileri varsa, onları aşırı sağda bulabilirsiniz. Ve en radikal olan “çözümlerini” tanıtmaya çalışmaktan vazgeçmediler.
Bu durum şu anda tanık olduğumuzdan çok daha geniş çaplı bir bölgesel çatışma yaratabilir mi? Kâhin değilim ama olabilir. İsrail ordusu Gazze’de ne kadar zor durumda kalırsa, silahlı çatışmanın yayılma riski de o kadar artar. Şu an için bölgedeki başlıca aktörlerin -ABD, İsrail, Suudi Arabistan, İran, Mısır ve Rusya- bundan kaçınmaya kararlı olduğunu düşünüyorum. Ancak savaşların nasıl başladığını bilsek de nasıl geliştiğini asla bilemeyiz.
Arvind Dilawar: Kitabınızda babanızı hayatı boyunca “hikâyenin bitmediğini” bilen bir Siyonist olarak tanımlıyorsunuz. Bununla ne demek istiyorsunuz ve sizce bu İsrailliler ve destekçileri için bugün ne kadar geçerli?
Sylvain Cypel: Babam on beş yaşından ölümüne kadar ateşli bir Siyonistti. Siyonizm’in Yahudilik içindeki rakiplerinin, komünistlerin ve “Bundistlerin” (hem Bolşevizm’e hem de Siyonizm’e düşman bir sosyalist eğilimin destekçileri) çöküşünü görmüştü. Sadece Siyonizm hayatta kalmıştı. Bu nedenle “kazandığını” düşünüyordu.
Ama içten içe babam endişeliydi. 2000’deki ölümünden önce, Siyonizm’in sürüklendiği yol onu rahatsız ediyordu. Bundan kaçamıyordu ama İsrailli liderlerin yanıldığını, Filistinlileri “yenebileceklerini” düşünmenin felakete yol açacağını, kimliklerinin tanınması ve taleplerinin anlaşılması gerektiğini düşünüyordu. Kısacası, Filistin topraklarının işgalinin kaçınılmaz olarak İsrail’e geri tepeceğine inanıyordu. Ayrıca milliyetçi sağdan ve aşırı Siyonist din adamlarından da nefret ediyordu, çünkü onların tuttuğu yolda hapsedilmeye doğru bir yarış görüyordu. Hayal bile edemediği son yirmi yıldaki evrimden korkuyordu: Siyonizmin Yahudi üstünlüğü ve Arap karşıtı ırkçılıkta korkunç bir şekilde kök salması.
Amerika Birleşik Devletleri’nde gençler İsrail’e giderek daha fazla sırt çeviriyor. İsrail’de ise aşın sağın faşist ve ırkçı tezlerini en çok benimseyenler gençler. Babam bugün olsa ne hissederdi bilmiyorum. Ama çok üzülürdü.
Sadece en üst düzeydeki dış baskı İsrail’i tutumunu değiştirmeye ve sömürgeci tahakkümüne son vermeye zorlayabilir. Mevcut uluslararası durumda bu mümkün görünmüyor. Öte yandan, İsrail’in dünyadaki imajının kötüleşmesi hızlanacak. Küresel Güney ülkelerinde durum zaten büyük ölçüde böyle. Ayrıca Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa’daki kamuoyunda da hızlanıyor.
Arvind Dilawar: Amerikalılar ve özellikle de Amerikalı Yahudiler Gazze’deki savaşı nasıl durdurabilir ve Filistin’in işgalini daha geniş anlamda nasıl sona erdirebilir?
Sylvain Cypel: Ben sadece bir gazeteciyim ve sorunların nasıl çözüleceğine dair pratik dersler vermemeye çalışıyorum. Bununla birlikte, bana öyle geliyor ki Amerikalı Yahudilerin İsrail’den uzaklaşması giderek daha da derinleşiyor. Bir yanda açıkça Siyonizm karşıtı olan Jewish Voice for Peace ve Boycott, Divestment and Sanctions var. Sayıları hala az ama etkileri giderek artıyor. İsrail’e yıllık koşulsuz askeri destek talebi, Amerika Birleşik Devletleri’nde Yahudi toplumu da dahil olmak üzere giderek daha fazla tartışılıyor.
Ancak başka bir hareket de istikrarlı bir ilerleme kaydediyor: İsrail’in eylemlerini desteklemekle ve hatta bizzat İsrail’e destekle özdeşleştirilmekten giderek daha fazla vazgeçmek isteyen Amerikalı Yahudiler. Bu insanların sayısı giderek artıyor gibi görünüyor. Bu kişiler 7 Ekim’den sonraki ilk günlerde güçlü bir “kürkçü dükkanına dönüş” anı yaşadılar. Ancak o tarihten bu yana, İsrail ordusunun gerçekleştirdiği korkunç eylemler karşısında, İsrail’e yönelik eleştiriler yeniden ön plana çıkmaya başladı.
“Geri döndürülemez” kelimesini sevmiyorum- asla bilemezsiniz- ama bana öyle geliyor ki, Amerikalı Yahudilerin giderek artan bir oranının İsrail’den uzaklaşması süreci büyük olasılıkla kalıcı.
Amerikalı Yahudilerin bu savaşı durdurmasının en iyi yolunun Joe Biden’a İsrail’in Gazze’deki katliamlarına verdiği utanç verici koşulsuz desteği durdurması için baskı yapmak olduğunu düşünüyorum. Eğer Biden yarın, bu savaş devam ederken ya da daha iyisi İsrail’in Filistinliler üzerindeki tahakkümü sürerken İsrail’e silah sevkiyatının derhal durdurulmasını emredeceğini söylerse, bunun işleri kökten değiştireceğine sizi temin ederim.
İsrail-Filistin çatışmasının nasıl sona ereceğini bilmiyorum ama bugün asıl meselenin tek devlet mi, iki devlet mi, federasyon mu vs. olacağı değil, Filistin’deki işgalin tamamen sona ermesi gerektiği olduğunu biliyorum. “Kahrolsun işgal” bana en birleştirici fikir gibi geliyor. İşgal devam ettiği sürece hiçbir şey değişmeyecektir.
[1] Kitabın linki: https://www.amazon.com/State-Israel-vs-Jews/dp/1635420970
[2] 1875 tarihli Jim Crow Yasası’na atıf yapılıyor. Siyahlarla beyazları izole etmeyi hedefleyen bu ırkçı düzenleme ABD’de ırk ayrımcılığının simgesine dönüşmüştür. (ç.n.)