14-28 Mayıs Seçimleri sonrasında Saray Rejimi’nin ve bir bütün olarak düzen siyasetinin büründüğü hüviyet, yerel seçimlere sayılı günler kala daha da berraklaşıyor. Saray Rejimi’nin seçimlerden güçlenerek çıkması sonrası muhayyel bir demokrasi söylemine dayalı sistem içi restorasyon (güçlendirilmiş parlementer sisteme geçiş) projesi şimdilik rafa kalktı. Buna mukabil, egemen sınıfların iki kutbunun hâkim partilerinin (AKP-CHP) içeriden dönüşümüne tekabül eden, “sistem”i (Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni) sabit tutup sivrilen uçların tasfiyesine dayalı, rejime yeni bir normal tayin eden bir süreç hasıl oldu.
Rejimin Yeni Normali
AKP-MHP hattında, yerel seçimlere kadar uyuşturucu baronlarının, az miktarda uyuşturucuyu yem olarak yakalatıp ana parti malı kurtarmaya dayalı yemleme taktiği devreye alındı. Ekonomi, iç güvenlik, savunma/dış politikada adım adım yemlemeler yapıldı. Erdoğanomics’den geri adım atıldı. Faiz % 8,5’tan 45’e çıkarıldı. Asgari ücret zammı yılda bir defaya indirildi. Cilası “rasyonel politikalara dönüş” olan bu süreç, yerel seçimlerin ardından daha sık dillendirilecek “kemer sıkma”nın adeta ön gösterimine dönüştü, yoksullar için turbun büyüğünün heybede olduğu ayan beyan ortaya çıktı. Soylu’nun suçişleri döneminden, twitter hesabından M. Kemal paylaşan kapsayıcı “devlet adamı”nın yönettiği İçişleri’ne geçildi. Devir teslimin ardından, Bakanlık uluslararası çetelere ve uyuşturucu şebekelerine yönelik çoğu göstermelik operasyonlarla yeni bir PR çalışmasına girişti. Batı’ya ve askeri örgütü NATO’ya kafa tuttuğu boyasını seven iktidar, sessizce bu makyajını sildi. Savunma Bakanlığı, İsveç’in NATO üyeliğine onay kozu sonrası zamlı fiyatlarla F-16’ların yenilenmesini garantiledi. Ancak bu aynı zamanda Türkiye’nin F-35’ten tasfiyesini tasdik etmekti. F. Taştekin’in deyişiyle “heveskâr ama kifayetsiz” dış politikada[1], ABD seçimlerinin sonuçları belli oluncaya kadar dişler sıkıldı: Sisi’nin ayağına gidildi, Körfez’le normalleşme peşine düşüldü, Filistin’e dua, İsrail’e ticaret gemileri yollandı, Hamas liderleri ülkeden çıkartıldı ve İsrail-Filistin barış görüşmelerinde dışlanmak hazmedildi. Öte yandan, S-400’ler kesinkes rafa kaldırıldı. Putin’le poz vermek için kırk takla atılırken, Ukrayna’da Bayraktar üretileceği haberi büyük başarı olarak pazarlandı. Bu “yeni” hattın çerçevesini AKP’nin, Batılı emperyal düzlemle yenilenen uzlaşısı için ödediği diyet kabul edebiliriz. Hatta, ABD Seçimleri ve İsrail-Filistin Savaşı’nın yakın gelecekteki akıbeti kesinleştiğinde, bu diyetin, AKP’nin BRICS ülkeleriyle, Batılı emperyal düzene tehdit olacak şekilde ilişkilenmesine ket vuracak şekilde derinleştirilebileceğini de öngörmek zor değil. Yine de şunu akıldan çıkarmamak gerekiyor. 14-28 Mayıs seçimleri, başka bir çok şeyin yanında faşizmin devlet katındaki inşası tamamlandığının ilanıydı. Yükselen küresel faşizmin alaturka bir versiyonu olan Saray Faşizmi’nin yeni hedefi, faşizmi anayasallaştırma hamleleriyle birlikte faşizmi toplumsallaştırmak. Söz konusu “diyet dönemi”nin, Rejimin yerel seçimler sonrası, yeni Anayasa tartışmaları ile başlatacağı faşizmi toplumsallaştırma süreci öncesi bir ara parantez olduğu açık.
CHP-İYİP hattında ise, görevli unsurlar Saray Rejimi tarafından seçimin akabinde yuvaya çağrıldı. İYİP’in, Millet İttifakı’nı parçalayıp düzen içi muhalefete yıkıcı bir dille saldırması ve kendi “kaybettirme stratejisi”ni kurması, arka planda, 15 Temmuz sonrası parçalanan kontrgerillanın tekrar aynı “sehem”de[2] buluşması anlamına geliyor. Bunun göstergelerinden biri de Zafer Partisi’nin seçim sonrası büründüğü kör göze parmak pozisyonudur. Seçim öncesinde, görevdeki İçişleri Bakanı’nı dövmek için Bakanlığın önüne çağıran bir istihbarat eskisine dokunulmaması, daha o günden “görevli” olduğunun ilanı değil miydi? Görevini bitirdi, yuvasına döndü. Bu unsurlarla 14 Mayıs’a yürüyen CHP’nin kendi liderinin deyimiyle “arkadan hançerlenmesi” sürpriz sayılabilir mi? Kılıçdaroğlu partisini söylemde ürkek bir SHP hattına doğru çeker gibi yaparken, bütün kadrolarını ve eylemini eski faşistlerden, AKP eskilerine uzanan bir sağ skaladan devşirdi. Araçların amacı iptal edebileceğini zerre ciddiye almadı. CHP’nin Kurultay’da yaşadığı “dönüşüm”, örgütün tamamen İstanbul sermayesinin kontrolü altına girdiğinin tasdiklenmesi oldu. Esasen CHP’nin rotasında büyük bir dönüşüm olmasa da görünürde şu değişiklikler oldu: (zaten içi boş olan) “5’li çete” söylemi rafa kalktı, Alevi elitlerin parti üzerindeki ağırlığı sınırlandı, partinin kuytularında kendine pozisyon bulan, başka alternatif olmadığını düşündüğü için CHP’ye sığınan “yorgun demokrat” unsurlar adım adım devre dışı bırakıldı. Yerel seçimler için adayların belirlenme süreci (önceki dönemlerde de olduğu gibi) kentsel rant ve bu rantın dağıtım mekanizmaları ile ilişkiye tabi kılındı. İplerin İstanbul’un elinde olduğu, parti içi yeni güç merkezleri şekillendi. Zarf değişti mazruf aynı kaldı. İlla adını koymak gerekirse, süreç, örgütsüz kentli muhalefetin beyhude umutlarla SHP’lileşmesini beklediği CHP’nin seçim sonrası, ANAP’laşmasıdır. Bunun, Kılıçdaroğlu çizgisinin mantıki sonucu olduğu da gün gibi ortadadır.
Ezcümle, egemen sınıfların iki kutbunda, içeriden yaşanan dönüşüm süreçleri ile, Mehmet Şimşek ve Ali Yerlikaya’nın, Ekrem İmamoğlu ve ekibi ile kolaylıkla kol kola çalışabileceği yeni bir Rejim ortalaması, yeni normal yaratıldı. Bu cari siyasal mimarinin asgari müşterekleri sermaye sınıflarının hakimiyetini hassas bir şekilde korumak, Kürt sorununda Türklük Sözleşmesi’nin kalıplarına sadık kalmak, Alevilerin kolektif haklarını dışlayarak rejime içermektir. Ayrıca, kontrgerilla içi çatlakların şimdilik askıya alınması ve Batılı emperyal düzenle girişilen yeni ve gerilimli pazarlık ve hizalanma sürecinin de belirleyici olduğunu vurgulamak gerekir. Yerel seçim sonrası gündeme gelecek yeni Anayasa sürecinde, faşizmi toplumsallaştırmaya yönelik yeni salvolar gündeme geldiğinde, bu yeni Rejim ortalamasının bir dayanıklılık testine tabi tutulacağı da açıktır. Dolayısıyla düzen muhalefetinin, Saray Rejimi ile ilişkisinin daha çok faş olacağını tahmin etmek de zor değildir. Bu da projeksiyonu üçüncü kutup dinamiklerine çevirmemizi gerektiriyor.
Üçüncü Kutup Dinamikleri ve Siyasal Boşluk
Düzenin iki kutbundaki bu gelişmeler, doğal olarak, bu iki kutupla ilişki içinde şekillenen ve demokratik toplumsal alternatif olan üçüncü kutup dinamiklerini (ezilenlerin ve sömürülenlerin tarihsel bloğunu) ve onları temsil eden/etme iddiasında olan siyasal örgütleri (devrimci, sosyalist, demokrat, yurtsever) de yeniden konumlandırıyor. Üçüncü kutup dinamiklerini temsil eden/etme iddiasında olan siyasal harita 14-28 Mayıs seçimleri sonrasında önemli dönüşümler yaşadı.
En temel dönüşüm, üçüncü kutup dinamiklerinin en örgütlü gücü HDP’den DEM’e dönüşümde somutlaştı. Bu dönüşüm Saray Faşizmi’nin parti kapatmaya yönelik hamlesine karşı teknik bir tedbir olmanın ötesine geçti. HDP, devrimci, demokratik güçlerin, Türkiye’nin demokratikleşmesi ekseninde başta Kürt Sorunu olmak üzere bütün toplumsal sorunlara demokratik çözüm hedefli birliği iken DEM Parti Kürt sorununun çözümünü merkeze alan daha Kürdistanî bir hatta oturdu. Bu dönüşümün arkasındaki esas faktör, toplumsal hareketlerin birliği ve onların siyasallaştırılması eksenindeki HDK projesinin çözülmesi idi. Ayrıca bu dönüşümde, 14-28 Mayıs seçimleri sonucunda, kaybettirme stratejisi bağlamında düzen içi muhalefete verilen desteğin, seçimin Saray tarafından kazanılması sonucu siyaseten boşa düşmesi kadar, Kürt Hareketi’nin bütün zayıflıklarına rağmen stratejik ittifak kabul ettiği metropollerdeki sosyalist güçlerin beklenen örgütlülük ve etki seviyesini yakalayamamasının sonucu olduğunu da görmek gerekiyor. 2016 sonrası rejim faşist eksende derinleştikçe zayıflayan ve bunun sonucu da stratejik ittifakı, vekil pazarlığına indirgeyen sosyalist güçlerin, içine savrulduğu örgütsüzlüğü kırması da Kürt Hareketi ile enternasyonalist dayanışma çizgisinde besleyici bir çizgi tutturması da zaten zordu. Gelinen nokta, aynı siyasal sınırlar içinde iki farklı siyasal coğrafyaya ait iki mücadele dinamiğini de geliştirmeyen/büyütmeyen fakat günden güne aşınan bir niyet birlikteliğine kadar geriledi. Bu çıkışsızlığın sonucu, 7 Haziran’da yakalanan tarihi siyasal başarının arkasındaki projenin (yani Türkiye’nin demokratikleşmesi ekseninde başta Kürt Sorunu olmak üzere bütün toplumsal sorunlara, rejimin hâkim iki kutbunun sunduğu çerçeveleri parçalayan demokratik çözümün) rafa kaldırılması oldu.
Seçim öncesinde, HDP’den bağımsız olan ancak onunla ittifak kurmaktan da çekinmeyen, bu anlamda enternasyonalist çizgide bir mevziye dönüşme potansiyeli olan yapı TİP idi. EMEP de benzer bir tutum geliştirmesine rağmen, kendi kalıplarının dışına açılacak bir süreç örgütleyemedi. Genel Başkan E. Akdeniz’in tasfiyesiyle içe büzüşme eğilimi güçlendi. TİP’i farklı kılan Meclis’i, kendi görünürlüğüne hizmet edecek biçimde kullanması idi. CHP’nin her geçen gün daha çok boşalttığı sosyal demokrat kulvardan kendisine dönüştürebileceği bir enerji devşirdi. Ancak bu kazanımlar da -başta seçime ayrı listede girme kararı gibi- alınan hatalı kararlarla heba edildi. Örgütsel yapı, hızlı büyümenin de etkisiyle okuldan çok, kürsüye evrildi. Enternasyonalist filizler budandı, örgütsel çizgi en açık ifadesini S. Kadıgil’in söylemlerinde bulan, sınıfsal içeriği silikleşmiş kentli/laik yaşam tarzı savunusuna doğru evrildi. Yerel seçimlerde eski Vatan Partililerin, eski DEVA’lıların, partisinde adaylaşamayan CHP’lilerin, TİP listesinden aday yapılmasıyla, oy için her şeyin mübah olduğu anlayışın ana belirleyen olduğu tescillendi.
Bütün bu gelişmelerle beraber, üçüncü kutup dinamiklerinin siyasal temsiliyeti (DEM Partide somutlaşan Kürt halk iradesi hariç) noktasında, başta metropollerde olmak üzere büyük bir siyasal boşluğun oluştuğunu vurgulamak gerekiyor. Ancak ondan daha önemlisi, mevcut siyaset pratiği ekseninde, temsili siyasete dayalı örgütlenme modellerinin çöktüğünü belirtmek gerekiyor. Dolayısıyla bu alanı dolduracak siyasal öznenin (demokratik kitle partisi) mevcut siyasal güçlerin yeni denklemi ile değil, çöken temsili siyasete dayalı örgütlenme modellerini baştan ayağa yenileyecek geniş bir toplumsallığı siyasallaştırarak yaratılacağını söylemeliyiz. Kritik olan budur: solun, sosyalistlerin örgütlenme menziline girmemiş, gündelik yaşamlarında sermayenin ve devletin zaman, mekan ve beden kontrolünün pürüzsüz işlediği en geniş toplumsal zeminlerde en aşağıdan örgütlenerek devrimci mücadeleyi yeniden var etmek. Özörgütlenme ve özsavunma zeminlerini mücadele içinde kurarak bu kontrolü parçalamak…
Demokratik Kitle Partisi Nedir?
Her şeyden önce, aşağıda çerçevesini çizeceğimiz demokratik kitle partisinin, bir önceki yazıda temel ihtiyaç olarak vurguladığımız işçi sınıfı partisi ile birlikte ele aldığımızı hatırlatmak gerekiyor. O yazıda şöyle demiştik: “…bizim için bugünün temel ihtiyacı; işçi sınıfı partisinin politik, örgütsel ve toplumsal olarak inşasıdır…Bu inşa, en geri zeminler dahil (ücret mücadelesi vs.) işçi sınıfı mücadelesinin her veçhesindeki direniş mevzilerinde var olmak, önerdiği ve örgütlediği ile devrimci siyasete somut bir hüviyet kazandırmak, buradan süzülen deneyimi sınıfın farklı bölüklerine taşıyacak volan kayışlarını çekmek, toplumsal ve siyasal arasına dikilmiş bariyerleri bizzat mücadele içinde mücadelenin özneleri ile beraber dinamitleyecek bir politik tutumu inşa etmek gibi kuyumcu titizliği gerektiren unsurları içeriyor. Yetmez, işçi sınıfı partisinin inşası, Saray Faşizmi’ne karşı geniş toplumsal kesimler içindeki demokrasi ve ezilenlerin adalet mücadelesinin de kurucu unsurlarından biri olmak zorundadır. Aksi halde, burjuva kliklerin birinin önderliğinde, ortalama bir anayasa ve liberal parlamentarizm savunusundan veya buna kaybettirme hedefiyle verilen şerhli destekten Saray Faşizmi’ni def edecek bir irade çıkmayacağını 14-28 Mayıs Seçimleri’nde gördük…”
Buradan hareketle, demokratik kitle partisi, devrimci güçlerin mevcut dağınıklığı ve toplumsal zayıflığı koşullarında, farklı çizgilerden devrimcilerin en geniş zeminlerde asgari ortaklık hedefiyle hareket ettiği bir geçiş partisidir. Devrimciler, demokratik kitle partisi içinde, sınıfsal mücadelenin sıçradığı, devrimciler arası ortaklığın önemli bir mesafe kaydettiği koşullarda yerini devrimci kitle partisine bırakması hedefiyle çalışırlar. Demokratik kitle partisi yaratıcı yıkıcılığın peşinde iken, devrimci kitle partisi yıkıcı yaratıcılığı önceler.
Şöyle de tanımlayabiliriz: Ülkemizin mevcut siyasal haritasında, ezilenlerin ve sömürülenlerin tarihsel bloğu işçiler, kadınlar, Kürtler, Aleviler, gençler, ekolojistler, LGBTİ+’lar ve sayılamayacak kadar çok direnç unsurundan oluşur. Bu tarihsel blok, -rejimin faşist olmadığı dönemlerde bile yürürlükte olan- çeşitli faşist iktidar teknikleri ile sürekli baskı altında tutmaya çalışılır. Bu kesimleri siyaseten örgütsüzleştirmek düzen siyasetinin bekasının temel güvencesidir. Buna rağmen ezilenlerin ve sömürülenlerin tarihsel bloğu, tarihsel mücadelelerin birikimi ile diz çökmediği gibi bir potansiyel olarak sürekli kaynayan bir ilişkiler bütünüdür. En geniş demokratik zeminlerde sosyalizmi mayalandırmayı hedefleyen devrimcilerin mevzileneceği çoğulcu demokratik kitle partisinin hedefi bu kesimleri halkın öz örgütlülüğünü güçlendirmeye dayalı bir asgari siyasal programa yöneltmektir. Bu anlamıyla bu parti, en geniş toplumsal alan çalışmalarını ortak bir siyasal düzlemde senkronize etmeyi hedefleyen bir mücadele platformudur. Geniş toplumsal kesimler içinde, ekonomik mücadele ile siyasal mücadele arasındaki bariyerleri dinamitlemeyi hedefleme anlamında demokrasi ve ezilenlerin adalet mücadelesi kürsüsüdür. Seçim partisi değildir. Bu karakteri ile, sınıfsal olarak egemenlere yedeklenmiş liberal demokrasi anlayışının karşısına, toplumsal mücadele alanlarındaki birikimlere ve ilişkilere yaslanan, halkın öz örgütlülüğünü güçlendirmeyi hedefleyen, sınıf mücadelesinin gelişip kazanımlara doğru ilerleyeceği zeminleri kurmayı hedefleyen devrimci demokrasi anlayışını koyar. Yaratıcılığı ile kat edeceği kritik bir eşikten sonra yerine devrimci kitle partisinin yıkıcılığına bırakır.
Demokratik kitle partisi örgütlemek istediği kesimlerin yapısı gereği çoğulcu olmak zorundadır. İşçi sınıfı partisinin kadrolar türeteceği ana sahalardan biri olması hasebiyle, ezilenlerin ve sömürülenlerin tarihsel bloğu içinde çalışma yapan devrimcilerin kendi arasında bir devrimci hukuk oluşturma görevini göğüsleyecekleri zemindir de. Çünkü devrimcilerin birliği görevinin gerçekleşmesi bu hukukun inşasından geçer. İşçi sınıfı partisini, gelecekte tek bir siyasal geleneğin ya da örgütün partisi olmaktan çıkaracak olan, bu hukuku pratikte sınayarak inşa eden kadroların birliğidir. O birlik ki, devrimci kitle partisinde yeni bir önderlik kuşağına doğru evrilecek mahiyete kavuşacaktır.
Örgütsel biçim tartışmamızın varacağı yer neresi olursa olsun, şu ihtiyacın kesinliği konusunda kimsenin tereddütü olduğunu düşünmüyoruz: Şayet devrimci mücadele, yenilenmiş bir nefesle mücadelenin bir adım ilerisine sıçrayacaksa, bu ancak geniş bir toplumsallığa sırtını dayaması, toplumsalın siyasallaştırılması ile mümkün olacaktır. Bu ise bizi günümüzde toplumsal alan çalışmalarının önemi ve meclis tipi örgütlenmenin imkânlarına getiriyor.
Bir sonraki yazıda bu noktadan devam edeceğiz.
NOTLAR
[1] Bkz. https://www.gazeteduvar.com.tr/firavuna-en-kalbi-duygularimla-makale-1669310
[2] Sehem farklı mafyatik grupların bir araya gelerek paylarını bölüştüğü masadır.