“Arap kardeşlerimiz dahil tüm ülkelere direnişçilerin karşısında kendisini koruyamayan bu varlığın size koruma sağlayamayacağını söylüyoruz. İmzaladığınız normalleşme anlaşmaları Filistin çatışmasını çözemez.”
7 Ekim sabahı Hamas’ın Siyasi Büro Lideri İsmail Haniye bu açıklama ile Aksa Tufanı’nın yaratacağı sonuçların en önemlisine işaret etti: “Bölgedeki dengeler alt üst olacak’’. Haniye’nin bölgedeki ülkelere ilk uyarısı değildi bu. Abraham Anlaşmaları olarak adlandırılan ve ABD’nin garantörlüğünde ilerleyen İsrail ile Arap ülkeleri arasındaki normalleşme süreci devam ederken Haniye, Türkiye’nin de içinde olduğu 30 ülkeye, “İsrail ile normalleşme politikanıza son verin’’ çağrısının olduğu bir mektup göndererek İsrail’le yapılan politik ve ticari faaliyetlere son verilmesine dair talebini iletmişti. 2020 yılında mektupla iletilen ve karşılığını bulmayan “normalleşmeyi durdurun’’ çağrısı, ancak Aksa Tufanı’nın yarattığı kuvvetli basınç ile adresini buldu.
Aksa Tufanı gücünü yalnızca İsrail’in güvenlik mitini askeri başarı ile yıkarak göstermedi, bölgede ABD yürütücülüğünde devam eden yarım asırlık sömürgeleştirme planlarını alt üst etme iddiasında saklı gücünü de ortaya koydu. Tufan’ın asıl mesajı ise sözde Filistin direnişinin yanında olanlaraydı. Filistin’de yıllardır süren direnişi, diplomatik vesilelerle yok saymaya hazırlanan Suudi Arabistan, Katar, Ürdün, Mısır, Bahreyn, Fas, Sudan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Türkiye’ye mesaj açıktı: Filistin direniyor! Ardından bu ülkeler sade suya tirit İsrail’e karşı kınama mesajlarının yanında masadaki tüm seçenekleri değerlendirdiklerine dair açıklamalar yapmak zorunda kaldılar. Öte yandan İran, Aksa Tufanı’nı ilk günden beri desteklediğini ve bu direnişin Kasım Süleymani’nin de intikamı olduğunu söyleyerek Hamas ile kurduğu, Sünni-Şii tarihsel gerilimini aşan cephesel ortaklığı işaret etti. Lübnan Hizbullahı Lideri Hasan Nasrallah da direnişi selamladıktan sonra, “57 yıldır Filistin halkının yaşamış olduğu bir dram var. Ancak son yıllarda Filistin’deki durum çok daha zorluydu. Mevcut Filistin hükümeti durumu daha çok zorlaştırdı” diyerek Tufan’ın Filistin’in mevcut kuvvetlerini dizayn etme kapasitesini vurgulamış oldu.
İktidarın Aksa Tufanı Sınavı
Aksa Tufanı’nın, Ortadoğu’da bölgesel bir askeri/diplomatik krizin ötesinde işaret ettiği diğer önemli nokta ise ülkelerin iç siyasetinde açığa çıkardığı çoğu zaman tarihsel temellere dayanan gerilim hatlarının güncellenmesidir. Suudi Arabistan, İran eksenli grupların saldırılarına karşı hazırlık yapıyor; savaşın bitmediği Yemen’de halk sokaklara akıyor ve Husiler İsrail’e giden gemileri bloke ederek Yemen’de siyasal meşruiyetini hiç olmadığı kadar arttırıyor; Lübnan’da Hizbullah mitingler organize ediyor ve olası bir İsrail saldırısına karşı yığınaklarını güçlendiriyor; İran’ın seçimleri İsrail karşıtlığı temasını en etkin kullanan muhafazakarları güçlendiriyor…
Türkiye’ye gelirsek, esas gerilim iktidarın İsrail’le kurduğu ilişkiden hareketle, siyasal İslamcı kitlelerin birbirleriyle ilişkilerinde ve iktidarın günden güne ayyuka çıkan İsrail yanlılığının yarattığı ruh halinde yuvalanıyor. Gerilimin üstündeki örtü aşağıdan yukarıya doğru yavaş yavaş kalkıyor. Siyasal İslamcı kitleler içinde, tarihsel kökenlerini bugüne taşıyan yeni bir yarılmaya şahit oluyoruz.
17 Mart’ta Bursa’yı ziyaret eden Dışişleri Hakan Fidan’ı protesto eden 2 kişi şöyle haykırıyordu: “Allah Aşkına bu ihaneti kesin, ticareti bitirin, limanlar Siyonizme kapatılsın. Bu ihaneti bitirmenizi istiyoruz. Kahrolsun sizin ticaretiniz.” Sonuç şaşırtıcı değildi: 2 kişi gözaltına alındı. Bu protesto ilk değildi.
7 Ekim’in ardından İsrail’in Gazze’deki soykırım girişimi ile birlikte Türkiye’de de irili ufaklı sokak eylemleri başladı. İlk günlerde, İsrail Konsolosluğu’nun önünde düzenlenen eylemler yerini iktidar cenahının Starbucks’ı hedef tahtasına oturtmasıyla sönümlenmeye yüz tuttu.
İsrail’le açık ticari ilişkileri nedeniyle Zorlu Holding’in, İsrail’e giden gemilerin yükleme merkezi Ambarlı Limanı’nın, İsrail Başkonsolosluğu’nun önündeki eylemler doğru bir politik hatta oturmasına rağmen, dağınık yan yana gelişler olmanın ötesine geçemedi, süreç içerisinde azalarak sonlandı.
Sosyalistler cephesinde de durum farklı değildi. Türkiye’de devrimci hareketin tarihinde Filistin direnişinin özel bir yeri olduğu herkesin bildiği bir gerçek. Devrimcilerin Filistinliler ile onların kamplarında eğitim almaktan, Elrom’a yönelik eyleme uzanan özgün bir tarihsel bağ var. Bu bağın da gücüyle, sosyalistlerin İsrail ile ticari ilişkilerin kesilmesine vurgu yapan eylemleri, kendileri dışındaki kesimlerin onayını alsa da büyük bir ses getirmeyi şimdilik başaramadı. Kürt Hareketi ise açıklamalarında, yaşananları Filistin İsrail Savaşı olarak değil, Hamas – İsrail Savaşı olarak değerlendirdi ve Hamas ile İsrail’i eşit derecede topa tuttu; özel bir eylemlilik geliştirmedi.
Bu noktada bir parantez açarak, siyasal İslamcı kesimlerle ilişkili gençlerin Filistin için 1000 Genç adıyla yaptığı eylemlerin, İsrail ile ticari ilişkileri açığa çıkaran ve diğer siyasal İslamcıların eylemlerinden ayrı olarak, başta iktidara, ticari askeri ve politik ilişkilerin muhataplarına söz söylemesiyle daha uzun soluklu olduğunu vurgulamak gerek.
Sokak eylemleriyle eş zamanlı olarak, İsrail ile Türkiye arasındaki ticari ilişkileri ortaya döken haberlerin, Metin Cihan’ın ısrarlı çabalarının da önemli etkisiyle, etkisini de anmalıyız. Bu haberlerin işaretiyle, limanlardan kalkan gemiler Filistin’de devam eden direnişi destekleyen farklı kesimlerin ortak hedefi haline geldi.
Öte yandan yerel seçimlerin gündemi bütünüyle kapladığı şu günlerde AKP mitinglerinin sessiz sedasız Filistin protestolarına şahit olduğuna da parmak basmak şart. İsrail ile ticaretin artmasından rahatsız AKP’li gruplar, milletvekilleri ve bakanların önüne kesiyor, ticareti hedef alan pankartlar mitinglerde kendine yer buluyor. Türkiye’de politik güç anlamında hep zayıf olmuş İran eksenli grupların 30 kentte yaptığı eş zamanlı eylemlerini, iktidar cenahının önde gelen isimlerinin panikle yaptığı açıklamalar izledi/izliyor.
Hamas’ın Aksa Tufanı ile hedeflediği bölgesel alt üst oluş Türkiye nezdinde gemi ticareti üzerinden İsrail ile ticari ilişkileri hedef alan bir muhalefet olarak gün yüzüne çıksa da esas mesele; Türkiye, İsrail ve ABD arasında kurulan ilişkilerin altını dinamitleyen bir potansiyeli barındırmasıdır. Bu potansiyelin, AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından bu yana kademeli olarak daha da etkisizleştirdiği İran eksenli gruplara meşru bir zeminde harekete geçme imkânı sağladığını da belirtelim.
Siyasal İslamcı Hareketin Çatlakları Büyüyor
Kimin siyasal İslamcı olup olmadığı tartışması bir yana, şurası açık: bugün Erdoğan’ın şahsında sembolize olan Saray Rejimi’nin massettiği önemli dinamiklerden biri de siyasal İslamcılardır. Gazze Soykırımı ile beraber, bir bölüğü AKP’de yoluna devam eden, başka bölükleri de farklı örgütsel yapılanmalara dağılmış siyasal İslamcılar arasında, kimi zaman örgütleri de yatay kesen gerilimler artmakta. Özellikle sosyal medyada, 96 yılında ilk yurtdışı ziyaretini İran’a yapan ve “AKP’ye oy vermek demek, İsrail’e oy vermektir” diyen Erbakan’ın konuşmalarının yaygınlaşması boşuna değil.
Kendi kitlesinin duygularını iyi okuduğu bilinen Erdoğan da bunun farkında. Öyle olmasa, kendi kitlesine ayar vermek için pek kullanmadığı X (twitter) hesabından “Ülkemizde kimileri Filistin, Gazze, Ramallah diye yerlerin varlığından ilk kez 7 Ekim’de haberdar olmuş olabilir… Ama biz bu mücadeleye ömrümüzü adadık… Filistinli yiğitlere terörist iftirası atanların listesinden Meclise girenler ile bu zihniyetle aynı çizgide buluşanların bize söyleyecek sözü olamaz. Dünyada hiçbir siyasetçinin yapmaya cesaret edemeyeceği dik duruşu, bundan 15 sene önce one minute diyerek açıkça ortaya koyduk… bugün de aynı yerdeyiz, aynı vakur tavrımızı muhafaza ediyoruz. İnşallah bundan sonra da bu duruşumuzdan geri adım atmayacağız” şeklinde bir paylaşım yapmazdı. Erdoğan’ın hedefi, kendi kitlesinden protestocular. Uyarıyor, “Siz bu protestoyla, Filistinli yiğitlere terörist iftirası atan CHP/DEM gibi bilumum terör odağı ile buluşmuş oluyorsunuz” diyor. “Kırmızı çizgi”sini çekiyor. Ancak bu saatten sonra işler Erdoğan için kolay değil. Kendi siyaset güzergahı, siyasal İslamcıları bir çırpıda terörist diye yaftalayarak paçayı sıyırmasını zorlaştırıyor.
Tufandan Sonra?
Şu nokta önemli: Güncel Filistin geriliminin prizmasında bazı siyasal İslamcılar, Erdoğan’ı Türkiye’deki tarihsel siyasal İslamcı hareketi kendi deyişleriyle “Atlantik ekonomisine” entegre etmenin esas müsebbibi olarak yeniden resmetmektedir.
Erdoğan’ın “iktidar için her yol bana uyar” biçiminde özetlenebilecek pragmatizmi de bunu kolaylaştırmaktadır. O Erdoğan ki, bir dönem Sisi’ye karşı meydanlarda kullandığı Rabia işaretiyle özdeşleşmişken, şimdilerde İhvan Hareketi’nin önde gelen 8 ismine idam kararı verildiği bir zamanda Sisi’nin ayağına gidip samimi pozlar vermekten imtina etmiyor. Erdoğan’ın kendine biçtiği rolü kendisinin bizzat parçalamasına imkân veren amansız pragmatizmi, siyasal İslamcı kitlelerde, Aksa Tufanı’nın yarattığı gibi sarsıntılarda tutunacak bir dal kalmadığı hissini perçinliyor. Hiçbir politik makyajın Mavi Marmara Baskını sonrası, “Gazze’ye yardımı bana mı sordunuz” diyen bir liderden Filistin için kurtarıcı çıkaramayacağı gerçeği zihinlere daha net kazınıyor.
Saray Rejimi’nin içinde bulunduğu meşruiyet krizi, bugün Gazze Soykırımı ile giderek derinleşmektedir. Siyasal İslamcı kitlelerin içinde oldukları örgütleri yatay kesen Filistin merkezli yeni gerilim hattı bu meşruiyet krizinin önemli bir varyantını oluşturuyor.
Ancak zemini maya tutmaya başlayan bu gerilimlerin neden yeni aktörler türeten, tarihsel çelişkileri yeniden tasnifleyen, siyasal İslamcı kitleler içi siyasi bir krize evrilmediğini sorusu orta yerde duruyor. Cevabı, başka bir yazının konusu olsa da, siyasal İslamcı hareketin devletle kurduğu ilişkide aramak gerekiyor. O ilişki şayet parçalanacak, üzerindeki devlet kodlarını atacaksa, bu Erdoğan’ın kuşandığı “one minute” örtüsünün sıyrılarak, onun çizgisinin siyasal İslamcı hareketi devletin tornasından geçirdiği gerçeğinin bizzat siyasal İslamcı kitlelerce teslim edilmesiyle mümkün olacak. Yoksa gerilim, Erdoğan’ın Konya Mitinginde “İsrail’le ticaret, Filistin’e ihanettir” pankartı açan protestocuların “veyl olsun size” (yazıklar olsun size) serzenişi düzeyinde kalacak.